Muhasebe kelimesinin hesapla, daha açığı matematikle bağlantılı olduğu kolayca anlaşılır, ama daha çok ticari faaliyetin ayrılmaz bir unsuru olarak görülür. Kamu, yani devletin yönetim işlerinin yürütülmesinde de söz konusu olduğunu basit bir araştırmayla tesbit etmek mümkündür. Ticari faaliyetin yapılmasında, hedeflenen amacın gerçekleşip gerçekleşmediğinin tesbit edilmesi elbette zorunludur. Onun için, mesela hukukun önemli bir dalı olan ticaret hukukunda ticari faaliyetin amacına uygun yapılıp yapılmadığının tesbiti için “basiretli tacir” olarak ifade edilen bir ölçü kabul edilmiştir. Mesela aldığı malın bedelini takside bağlamış bir tacir, ödemede temerrüde düşmüş ya da gecikme göstermiş ve dolayısıyla mal aldığı diğer taciri güç durumda bırakmışsa, doğabilecek zararın belirlenmesi için ilk başvurulacak ölçü “basiretli tacir” gibi davranıp davranmadığı olacaktır. Onun için basiretli tacir ölçüsü, yapılan faaliyetin amacına uygunluğunun gereği olarak gelir-gider dengesini öngörür, gerektirir, yerine göre de zorunlu kılar.
Mantıki çıkarım bu olmakla birlikte, yapılan ticari faaliyeti ve basiretli tacir ölçüsünü ihmal veya ihlal etme de, ticari faaliyet içinde sıkça karşılaşılabilecek bir uygulamadır. Yürürlükteki ticari yasaların ve hükümlerin yetersiz kaldığı, kalacağı öngörülebilir bir durumdur. Ancak ticari faaliyet yapılırken mutlaka gözetilmesi gereken başka ölçüler, ilkeler ve değerler de söz konusudur. Ticari ahlak, ticari örf ve adet ve ticari teamüller gibi.
Kamu ya da devlet yönetiminde de, Uluslararası veya Devletler Hukuku, onların bağlamında Antlaşmalar, Sözleşmeler, Teamüller vardır. Diplomasi bunun için, uzun tarihi bir süreçte yavaş ve çeşitli güçlüklere rağmen oluşmuştur ve gelecekte de yeni oluşumlara açık olduğu düşünülebilir. Gerçi uluslar arası ilişkilerde salt hukuki kurallar, ilkeler yeterli olmaz, onun yanında veya gerisinde belirli alanlarda birtakım imkan ve gücün bulunması, meknuz ya da saklı tutulması da gerekir. Sözgelimi komşu X devleti nüfus veya toprak, iktisadi, idari, siyasi rejim bakımından yetersiz veya güçsüzdür diyerek, onun toprağını işgale kalkışmak, içişlerine müdahale ederek çeşitli huzursuzluklar, kışkırtmalar, ayaklanmalar çıkartmaya çalışmak, ticaretteki basiretli tacirden beklenilmeyen bir davranışı sergilemenin yol açtığı zarar benzeri bir sonuçla karşılaşmayı kaçınılmaz hale getirebilir. O takdirde kamuda, devlette basiretsizlikten, liyakatsizlikten, işi ehline vermemekten vb kaynaklanan bir basiretsizlikten, dolayısıyla adaletsizlikten söz etmek gerekir. Kamuda, devlette, kısaca yönetimde basiretsizlik, liyakatsizlik, adaletsizlik, çoğu zaman birden ortaya çıkmaz. Ayrıca bir alanda mesela eğitimde, güvenlikte yapılan bu tür basiretsizlik, liyakatsizlik, adaletsizlik, hiç öngörülmeyen bir başka alanda bütün şiddetiyle kendini gösterebilir. Mesela bir ilçede kurulan haftalık semt pazarında geçen haftalarda kurulan tezgahların birkaç hafta sonra kapatılması, ilk bakışta iktisadi nitelikte görülebilir belki. Ama ele alıp yakından incelediğinizde, mesela zirai üretime yapılması gereken maddi ve eğitim desteğinin yerinde ve zamanında yapılmamış olduğu gerçeğiyle karşılaşabilirsiniz. Yine kültürel faaliyetin gelişimi, birey ve toplumun eğitim ve bilgi düzeyinin yavaş yavaş gerilemesine, yıllar önce kağıt üreten işletmelerin kapatılmış olduğunu fark etmemişseniz, yönetimde basiretsizliki tesbit etmek zorlaşabilir. Alanlarda, kapalı salonlarda yığışmış topluluklara “kültürde istediğimiz seviyeye gelemedik” nutukları atabilirsiniz, onay da alabilirsiniz. Ancak bunun bir mugalata, “demagoji” olduğu gerçeğini değiştiremeyeceği de açıktır.
Bugün kamuda, devlette, yönetimde çok yönlü ve derin boyutlu muhasebe yapmaya, ihtiyaçtan öte zorunluluk var gibi gözüküyor. Bunu yapmak yerine, kısa süreliğine içi boş ve anlamsız bir tatmin sağladığı için, bütün imkan ve gücünü tanıtıma, daha doğrusu reklama vermek, basiretsizliği de aşan bir duruma işaret etmiyor mu? Sezai Karakoç bu ve benzer durumları “Reklamlarda Yaşama” olarak betimlemişti daha altmışlı yılların başında:
“Hep çocuk kalacak o
Elinde ekmek gülen çocuk
Bu çocuğun ilerisi yok
Bu çocuk ne iyi ne neşeli”
(Gündoğmadan, şiirler, Diriliş Yayınları, İstanbul 2000, s.115)