Bismillahirrahmanirrahim. Mümin bir insanın imanının derecesini, Müslümanlığının derinliğini ölçme hakkı hiç kimseye verilmemiştir. Çünkü bu, ancak Allah Teâlâ’nın bilebileceği bir sırdır. İnsanların imanını ölçen bir cihaz olmadığı gibi böyle bir yetki de kullara verilmemiştir. Bu nedenle bir müminin Müslümanlığını az ya da çok görme iddiası cahilliktir.
İslam, bütün çağlarda, bütün coğrafyalarda, hatta bir gün uzaya taşınsa bile aynı hakikattir. Müslüman olmanın temel hedefi ise insanın dünya ve ahiret saadetini elde etmesidir. “La ilahe illallah Muhammedur Resûlullah” diyen herkes bu nimete dâhildir. Bu sözden bilerek vazgeçen kimse ise zaten Müslümanlığın dışına çıkmış olur.
Ne var ki zaman zaman Müslümanların içinde umutsuzluk, yorgunluk, moralsizlik görülebilmektedir. Cennet ümidi zayıflamakta, günahlar hafife alınabilmekte ya da bazıları Müslümanlığın lezzetini alamamaktadır. Siyasetteki sorunlar, aile içindeki zorluklar veya çocuklarını Müslüman yetiştirememenin acısı da kimi müminlerde bir tür soğumaya yol açabilmektedir. Bütün bu soruların temelinde, “Neden aynı Allah’a, aynı Kur’an’a, aynı cennete iman ettiğimiz halde ashab-ı kiram gibi coşkulu ve güçlü bir Müslümanlık yaşayamıyoruz?” sorusu yatmaktadır.
İki Müslümanlık Tipi: Bireysellik ve Ashap Ufku
Bu soruya cevap aradığımızda karşımıza iki farklı Müslümanlık anlayışı çıkar. Birincisi: “Ben Müslüman olayım, imanımı koruyayım, cennete gireyim.” Bu anlayış doğrudur; yanlış değildir.
İkincisi ise: “Ben Müslüman olayım ve bu Müslümanlık bana cenneti kazandırsın. Ama aynı zamanda ben de İslam’a bir katkı yapayım. Allah’ın adını yücelteyim. İslam’ı bir metre daha ileri taşıyayım. Bu dinin benden sonraki nesillere ulaşmasına emek vereyim.”
İşte ashab-ı kiramın heyecanı budur. Onlar bizim bugün gördüğümüzden kat kat fazla sıkıntı yaşamalarına rağmen yılmadılar, söndürülmediler, umutsuzluğa kapılmadılar. Hem kendilerini cennete taşıyan bir iman yaşadılar hem de bizim Müslüman olmamıza vesile oldular. Bu sebeple onların sevapları asırlardır ümmetin üzerinde bir rahmet olarak devam etmektedir.
Bugün yaygın olarak görülen bireysel Müslümanlık anlayışı ise yalnızca kendi ahiretini düşünen, kimseye bir kelime ulaştırmayı dert etmeyen, İslam’ın yayılması için çaba göstermeyen dar bir çerçevede kalmaktadır. Böyle bir imanda ise heyecan zayıf olur, moral dayanıklılığı düşük olur; şeytanın küçük bir vesvesesiyle bile çökmek mümkün hale gelir.
Helal bir nikâhla evlenen iki çift düşünelim. Bir çift yalnızca “evlenmiş olmak” için evlenir; çocuk, torun, geniş aile gibi evliliğin tabiî meyvelerini istemez. Diğeri ise “neslim olsun, torunlarım olsun, geniş bir ailem olsun” diye hayal kurar. Her ikisi de helal bir evlilik yapmıştır; fakat birinin hayatta tattığı mutluluk, bereket ve heyecan diğerinden çok daha büyüktür.
İşte Müslümanlık da böyledir. Sadece namaz kılıp camiye giderek bireysel bir çizgide kalmak mümkündür; fakat “benim elimle bir nesil cennete girsin, bu din benden sonra da kuvvet bulsun” diyemeyenlerde ashab-ı kiram ufku oluşmaz.
Ruhun Genişliği ve Ümmet Sorumluluğu
Müslümanlığın gerçek heyecanı; haramlardan uzak durmaya çalışırken, ibadetleri yaymaya gayret ederken, ümmetin derdiyle dertlenirken, helal kazançla helal harcama hassasiyeti taşırken ve İslam’ın güzelliklerine fiilen destek verirken ortaya çıkar. “Dinim, şeriatım, peygamberim, Kur’an’ım” derken kasların dahi dolup taşması gereken bir coşku vardır. Bu coşku yoksa haberlerden moral bozmak da kolay olur, küçük bir sıkıntı ile umutsuzluğa kapılmak da…
Sonuç olarak hiçbir müminin imanının derecesini ölçemeyiz; buna hakkımız yoktur. Fakat hepimiz biliriz ki Müslümanlık dört duvara sıkışmış bir halde yaşayabileceği gibi göklere doğru genişlemiş bir ruh halinde de yaşanabilir.
Ashab-ı kiram göklere sığmayan bir Müslümanlık yaşadı. Bizim bugün iman nimetine sahip olmamız onların çabasının ürünüdür. Aynı şekilde neden bizden 10 asır sonra yaşayacak Müslümanların bizim gayretlerimizle iman bulmuş olmalarını istemeyelim? Kabirlerimizde yatarken üzerimize sevap yağmasına vesile olacak bir İslam hizmeti neden bizden doğmasın?
Velhamdülillahi Rabbil âlemin.