İnsanlık için büyük kayıp olan “güvensizlik duygusu,” çağın en büyük problemlerinden biri haline geldi.
Bu hastalık önce aileden başladı, giderek toplumun diğer katmanlarına doğru hızla yayılmaya devam ediyor.
Anne-baba, evlatlarına güvenmiyor.
Evlatlar da ebeveynlerine güvenmiyor.
En yakın ahbabımıza, komşularımıza, idarecilerimize olan güvenimiz gün geçtikçe azalıyor.
Devlet, vatandaşına güvenmiyor.
Vatandaşlarda başta liderlerine, devletin kurumlarına güvenmiyorlar veya az güveniyorlar.
Bir güvensizliktir aldı başını gidiyor.
Bu güvensizlik ortamı içinde en çok güvenmediğimiz ve aynı zamanda en çok iç içe olduğumuz kurum ise maalesef “medya”dır.
Çağımızda haberleşme o kadar yaygınlaştı ki, bir bakıma içinde yaşadığımız çağa, “enformasyon çağı” diyebiliriz.
***
Şu anda içinde yaşadığımız teknolojik bilgi çağı dünyayı küçülttükçe küçültüyor.
Kitle iletişimler sayesinde bu küçülme dünyayı adeta “küçük bir köy” haline getirdi.
Dünyada medyanın giremediği bir ülke hemen hemen yok.
Özellikle TV’nin ulaşamadığı ne bir kasaba, ne bir köy, ne de bir ev kaldı
Kimsenin itiraz edemediği, uslu uslu sözünü dinlediği “televizyon artık evin reisi oldu”.
“Evin reisi kadın mıdır, erkek midir diye kimse boşu boşuna tartışmasın.”
Televizyon bu yetkiyi erkeğin elinden aldı.
Hem de kişiliğini ve kültürünü sömürerek söke söke aldı.
Medya, habercilik ve toplumu bilgilendirme yanında birçok tahribatları da birlikte yaptı.
Özellikle batı medya kuruluşları, toplumun manevi değerlerini çeşitli yollarla yozlaştırdılar.
İnsanlar üzerinde yaptıkları tahribatlar; ABD’nin Hiroşima’ ya attığı atom bombasından daha fazladır.
***
Medya, önce aile temelini sarsmakla işe koyuldu.
Ebeveynler arasındaki bağları kopararak kuşaklar arasındaki çatışmayı sistemli bir şekilde körükledi.
Daha sonra insanları ”israfçılığa ve kolaycılığa” özendirdi.
Beyinleri uyuşturup “tek tip insan modelini” yaygınlaştırdı.
Medya kuruluşlarının büyük bir çoğunluğu şiddeti, yalanı, dedikoduyu, rüşveti meşrulaştırıp tabii hale getirmenin her türlü yolunu denedi.
Bunda muvaffak da oldular…
Kişiyi kendi benliğinden uzaklaştırıp bunalımlara sürüklediler.
İnsanların mukaddes saydıkları değerleri alt üst edip mensubu olduğu dinden de uzaklaştırdılar.
Uzaklaştırdılar da ne oldu
İnsanlar, Hıristiyan veya Katolik mi oldular
Maalesef ne Hıristiyan, ne Katolik, ne de başka bir dinin mensubu oldular
Peki, ne oldular
Gayesiz, amaçsız basit şeylerle oyalanan çıkarcı, menfaatçi, “egoist bir kitle oluşturdular.”
***
Bütün bu sinsi oyunlar karşısında insanlar çok önemli bir şeyin farkına vardılar.
Bu farkına varma çok yavaş da olsa, çağın insanını sürekli arayışlara yöneltti.
Dünyadaki değişimlerin hızla yayılması, tabulaşmış ideolojilerin çökmesi, özel televizyonların çoğalması sonucunda birçok “dengeler farkında olmadan bozulmaya başladı.”
Çok sesliliğin getirmiş olduğu düşünce akımları, insanları “arayışlara yöneltti.”
Bu değişimler neticesinde, medya gücünü eskisi kadar gösteremez oldu.
Kendini en büyük güç olarak gören bazı medya kuruluşları, önceden olduğu gibi gündemi istedikleri gibi belirleyemeyince, çeşitli metotlara başvurmak zorunda kaldılar.
Sansasyonel yalan haberden tutun da, iftiralara ve saldırılara varıncaya kadar işi götürdüler.
Daha da ileri gitmek suretiyle hukuku hiçe sayarak yargısız infaz yolunu denediler ve denemeye de hala devam ediyorlar.
Karaladıkları kişilerin mahkeme sonuçları müspet çıkınca, bu sefer saldırılara ve hakaretlere yöneldiler.
***
Çok sesliliğin ve az da olsa uyanışlarının sonucunda medyayı kendi çıkarları için kullanan kişi ve kuruluşların gerçek yüzleri artık ortaya çıkıyor.
Bugüne kadar suçladıkları kişilerin büyük bir çoğunluğu “mazlum” kendileri ise “zalim” durumuna düştüler.
En önemlisi, çoğunlukta olan bazı medya kuruluşları, “yalancı ve iftiracı” olduklarını halkımız yaşayarak görmüş oldu.
Bu kadar yalanlar, bu kadar iftiralar, bu kadar karalamalar, bu kadar saldırılar karşısında bu kadar insanların hâlâ medyaya güvenmesi beklenemez elbette…
Sonuç olarak, şu anda var olan medyanın güvenirliği yok ama “ortalığı bulandırmada” hala etkili oluyor!..