İstanbul’a Anadolu’dan girişi tutan ilimizden, tüm gazete sitelerine aynı kelimelerle yansıyan bir haberi okudu insanlar, birkaç gün önce.

“Bir polis memuru, kullandığı sivil plakalı ekip otosunun deposundaki yakıtı sattığı gerekçesiyle tutuklandı.”

“Kalıp haber” olarak bu olayı her yere servis edenlerin eğitimciliklerini, eğitime katkı paylarını, özetlediğimiz bu cümlede göremezsiniz. Ayrıntılara gizlemişlerdir bu vatanseverlik etiketlerini...

“Meslektaşları tarafından takibe alınan polis memuru İ.K.’nin ... ilçesinde oğlu A.K.’nin üzerine açtığı oto yıkama dükkanına sık sık gelerek, kullandığı sivil plakalı ekip otosunun deposundaki yakıtı boşalttığı, yakıtın burada oğlu ve kayınbiraderi M.T. tarafından satışa çıkarıldığı… “ Bir devlet memuru var, kullandığı oto var, deposunda yakıt var ve deposunda yakıt yok... Ders bir: Oğulun bir işyeri olacak. “Üzerine açtığı” diye tanımlanarak “taammüden” tadı verilsin. Ders iki: Bir kayınbirader artısıyla, bu da bir örgüt dedirtilsin.

Alfabemizin bazı harflerini ikili ya da üçlü majiskül yazıp, aralarına nokta koyarak, olayın belgesi diye sunan haber yazıcılarımızın emeklerini, iki ders notu ile, soğanlı ya da soğansız “melemen” yemeğinden daha öne çıkardığımız hele bir kabul edilsin, hemen eğitim konumuza geçeriz.

Anlatılan ve adliyeye intikal ettirilen bu olayın hukukuna bir halel getirmeden diyoruz ki: Bir suç ya da kabahat nasıl işlenirse, yahut örneğimizde olduğu gibi işlenirse, haber değeri olur bilimselliğinin arkasına sığınılarak, yeni hayal edeceklere, yeni tedbirleriniz olmalı eğitimlerini, ahlâkçılarımız, keşke biz yazmadan farketseydiler!

Ve alıcılar!.. Teşvikçi hissedarlar olmalarına rağmen, neden haber yazılımının hiçbir yerinde yoklar? Olmasaydılar, böyle haberler olmazdı, dolayısıyla haberimiz olmazdı kaidesinin dikkatlerden kaçırılması, zanlıların yüzde ellisinin tutanaklardan kaçırılması değilse, nedir? Bu ülkede otosu olanlar, belli bir diploması, belli bir kazancı, belli bir itibarı, belli bir mesuliyeti olan insanlarımız iseler, neden tercih yanlışlığı yapmışlardır, karşılanacağı yeri belli ihtiyaçlarını giderirlerken?..

Sayılarını bizim bilemeyeceğimiz ve tahmin edemeyeceğimiz, resmiyetin de tespit ihtiyacı hissetmediğini anladığımız, olayın teşvikçi hissedarlarının ayrıntılı olarak açıklanmasını istememizin yegane sebebi, ülkemizin geleceği ile doğrudan alakalı olmasındandır.

Onları bilenler ve onlarla yaşayanlar sadece şunu deseler yeter: Sizin böyle ve benzer olayların kahramanları olmanızı, kan bağlılarınız, hısımlarınız, akrabalarınız, dostlarınız ve komşularınız olan bizler hak etmiyoruz.

trump.jpg

Çelebi, bizde böyle olur; telefonla satış dediğin

Medyamızın sadece kağıtla ilişkili olduğu zamanlarda da ara sıra bazı yazarlar öne çıkarılırdı. Misalimizi, solcularımızın takip rekoru kırdıkları Çetin Altan’dan verirsek, derinlerine dalacağımız konumuzu daha baştan kolaylaştıracağımıza inanırız.

Çetin Altan’ın o günkü köşe yazısına göre şekil alırdı, gazete okuyucusu solcularımızın çoğu. Bugün canım sıkılıyor diyerek boş bıraktığında köşesini, okuyanlar ve onların duyurdukları taraftarların hepsinin de canları az veya çok sıkılırdı. Hatta bu hallerinden kurtulmak için yalnız yakaladıkları “sağcı”lara, üç-beş kişiyle ders vermeye kalkarlardı.

Yaşadığımız bu günlerde de özellikle birini, bizim “Devşirme” diye tanıtarak itirazlarımıza “dip not” gösterdiğimiz birini, internet sitelerinin, kapsama alanlarında tutarak “kerametçi” göstermelerine, karşı tezler üretmeye mecburiyetimiz bize, Çetin Altan’lı, bir misalle başlattı yazımızı.

“Baş devşirme” yahut “Devşirme başı” dememiz gerek galiba bundan sonra? Zira takipçi sayısını artırma hızına yaklaşan kalemşor yok, medyamızın hep üste çıkan zeytinyağı karakterlerinde.

Mesela hükümet cephesinden konuşmasına müsaade edilen biri, bakan-başbakan-cumhurbaşkanı yaptıkları birine, üstelik mevcut partilerini kuruverenlerin en başında olanına “Hain” dediğinde, siteciler devşirmebaşı’nın köşesine nöbete duruyorlar. Ve sonra gelsin manşet kelimeleri: O yorumladı, şöyle onayladı, böyle hak verdi...

İcabında herşeyleriyle çok bildiği “Dünyanın her tarafını” tanık diye yazdığında, sitecilerimiz de bir “Hain”leri daha olmasının mutluluk sarhoşu. “Değmesin Yağlı Boya”nın canla başla ve aşkla şevkle muhalefeti ne kaybettirecek ki onlara? Lakin biz yine de işimizi yapıyoruz.

Adnan Oktar’lara operasyon yapıldığı gün...

Beklenmedik bir yazı çıkmıştı “Devşirmebaşı”nın kaleminden. Peşin itirafçı olarak ilan edilebilinirdi o gün yazdıkları dolayısıyla.

Acı acı çalan telefon... Ortalığı sesiyle çınlatan telefon... İnatçı inatçı, feryat figan çalan telefon...

Arayanın karakterini ve kim olduğunu çalma sesine yansıtan telefonlar icad edildi de biz mi bilmiyoruz? Bizim taşıdıklarımız hep aynı frekanstan seslenmekte...

Resmi TRT radyosunun haberleşmeye hakim olduğu yıllarda, radyo tiyatroları yayınlanırdı yatsı sularında. Kenter’lerin seslendirdikleri “Uğurlugil Ailesi” dizisini dinleyerek büyüdü benim akranlarım. İşte o radyo dizisinde şöyle bir sahne olurdu. Uzun uzun çalan bakalit ve sabit telefon sesi arka plana alınırken, evin hanımı hizmetçisine seslenirdi: Kızım telefona bakıver. Uzun çaldığına göre galiba şehirlerarasıdır. Şehirlerarası telefonlar PTT merkezlerinden bağlandığından, insanların bu farkı bilmeleri gayet normaldi.

Devşirmebaşı da açıyor telefonunu, saat tam altıyı otuzsekiz geçe, bilinmeyen numaralara bakmak adeti olmamasına rağmen üstelik...

Devşirmebaşı da olsa bir kalemşorun telefon fantazisine takılmak değildi bizim işimiz. Bu kadar masumiyet rolü neden icap etti merakımızı uzun sürdürmedi sağolsun.

Telefon aracılığıyla da olsa hayatımda ilk kez konuşuyordum Adnan beyle...İddiası bu. Hem de tabiatına uygun.

Kendisine ve ekibine operasyon yapılan birinin aradığı/arayabildiği tek kişinin, aranmadan önceki yatak halinden başlayarak yukarıdaki itirafı yapması ve herkesin buna inanmasını istemesi, o andaki haleti ruhiyelerine rağmen birbirlerine seslerinden aşina olmaları, kriminalcilerin uzmanlık alanına girer. Biz ise neden ilk olsun, neden son olan sen oldun sorularımıza cevap peşinde idik. Ve merak ediyorduk, “Hain” açıklamalı polemiklere ne diyeceği takip edilenin, son görüşen olmasının umursanmamasını...

Bir aya yakın tuttuk sabrımızı. Sefa Saygılı hocamızın yazısıyla aydınlanarak, çok cevap bulduk sonra. (11.08.2018 Yeni Akit Gazetesi)

Adnan Oktar’ın, Devşirmebaşı’nı nasıl aldattığını yazmıştı Sefa Saygılı Hocamız. Hem de yirmi yıldır taşıdığımız şüphelerimize haklılık yükleyerek.

1997 yılında Kanal 7’de, bir Mason locasında oldu bitti, iddiasıyla bazı görüntülerin her gün insanların gözlerine sokulmasına ve inanmaları için emek sarfedilmesine bir mana verememiz, seslendirdiğimiz sohbet ortamlarında dahi bir karşılık bulmuyordu.

Refahyol’un iktidar günleriydi. Masonları konuşmaktan, onları tanımaya çalışmaktan çok öne geçecek meselelerimiz vardı halbuki.

Her başımıza gelen bela türünü, Masonlara bağlayan “sağcı örgüt”çülerin, kültür araçlarımızda olmaları ihtimaliyle açıklamaya çalışmamız, biliyorduk ki çok zayıf kalıyordu.

Sefa Saygılı Hocam diyor ki: “Bu görüntülerin kaynağı ise bugün operasyonla cezaevinde olan Adnan Oktar grubunun üyelerinden başkası değildi. Bu görüntüleri gizlice Mason locasından çektiklerini söyleyerek vermişler. O da onlara inanarak yayınlamıştı.”

Günlerce bir tv kanalında yayınlanan mizansenin sahteliğini, ancak bir yıl önce, onlardan ayrılmış birinden duyan Sefa Saygılı Hocamın şaşkınlığına, yüksek müsaadesini talep ederek biz de şaşkınlığımızı ilave etmek istiyoruz.

Neden, ancak şimdi? 1997 nere, 2018 nere... Bu olayı gerçek yüzüyle bilen, herşeyinden haberdar olan resmi yahut gayri resmi bir insanımız, neden ufak bir bilgi kırıntısı sızdırarak, kandırılmaların önünü almadı? Biz bu kadar mı hariç tutuluyorduk, gerçekleri bilmek insan haklarından.

Son bir soru daha var kalemimizin ucunda. Sormazsam yanarım. Neden bu ülkenin “sol” tarafı böyle uzun senelerce kandırılamıyorlar? Hep kandırılan taraf olmak, hatta yirmi yıldır kandıranın, yirminci yılda “ilk defa görüştüm” diyerek bir daha kandırmaya çalışması, bize “Garip” olmak zevki mi veriyor?

Bu soruya cevap bulmalıyız. İnternet sitelerimiz her gün o devşirme başından “inci” beklemek telaşında olsalar dahi…

Boynuzun kulağı geçmesi

Son günlerde muhalif gazete sayfalarında ve medya ekranlarında, kale burçlarından dökülen yağ kızgınlığında yazılan ve paylaşılan bir haber türü var.

Yer ve sorumlu kişi adları da yazılan bu haberler neredeyse standart boyut ve kelimeler ihtiva etmekte.

...... Üniversitesi’nde, rektörün yahut dekanların ya da kürsü başkanlarının akrabaları işe alınmaktadır. Noktalı yerlere geçtiğimiz günlerde iki üniversitemizin de adı yazıldı. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi ve Katip Çelebi Üniversitesi...

Ben bir olaya, sevinebileceğim bir yan var mı diye de bakarım. Çoğunda da bulurum. Şimdi herkesin şikayetçi bu olayda olduğu gibi... Bu ülkede bu işler daha önceleri nasıl oluyordu? Soru çalanlar vardı. Çalınan sorularla yüksek puanlar alıp işe yerleşenler vardı.

Peki, bugün sevineceğimiz bir farklılık yok mu? İşte ben var olduğunu görüyor ve seviniyorum. Yani doğrudan işe almak, bir çalma olayı yaşatarak almış olmaktan daha iyi değil mi? Hem onları aşmak da sayabiliriz bu durumu. Yani çalıcı ustaların seçilmesi.