Nice bir zamandır kullanılmayan, ama içeriği ya da özü itibariyle uygulamada işlevselliğini sürdüren “Manda Devlet” kavramı bağlamında sömürgeci siyasetinin halkı Müslüman ülkelerdeki gelişmeleri belirleyen bir öğe olup olmadığına dikkat çekmekti. Yaklaşımın kuramsal niteliğinin ağırlıkta görülmesi, dikkatlerin yoğunlaşmasını bir dereceye kadar zayıflatabilir belki. Ancak sömürgeci siyasetlerinin dönemlere göre değişik tutum ve uygulamalar göstermesi, belirleyici ve uygulayıcı devletlerin veya yönetimlerin üstlendikleri rollerin farklılaşması gibi konuları doğru bir şekilde irdeleyebilmek için, sorunun kuramsal kaynaklarına imkân ölçüsünde işaret etmek, atıfta veya göndermede bulunmak gerekmektedir. Bir anlamda zorunluluk da vardır bunda. Aksi takdirde, sözgelimi Filistin, Keşmir, Afrika’nın farklı ülkelerinde ortaya çıkan ihtilallerin, iç çatışmaların doğru bir şekilde anlaşılması pek kolay olmayabilir. Kaldı ki Sömürgeciliğin tarihi göz önüne alınmadan doğru, anlamlı, ders çıkartıcı bir değerlendirme yapılması da eksik olacaktır.
Ortadoğu yönetimleri, çeşitli nedenler dolayısıyla gerçek anlamında kamu ve devletler hukuku ilkeleri ölçeğinde tanımlanan “devlet” kapsamına tam olarak yerleştirilecek niteliklere sahip olup olmamaları bakımından tartışmalıdırlar. “Devlet” olarak tanınan kurumun asli unsurlarından biri olan “insan” unsuru, söz konusu yönetimler bakımından yeterli bir nitelik taşımamaktadır, denebilir. Kuşkusuz bu yönetimlerin yönetme yetkilerini gerçekleştirebildikleri bir “insan” unsuru vardır. Ancak bu “insan” unsuru, en azından sosyolojik açıdan toplum evresine ulaşamamış “kabile” kümeleri olarak ortada durmaktadır. Bu insan kümesinin yönetim biçimi, siyaset bilimi kavramıyla ifade edilirse, otoriter niteliği ağır basan bir rejime ancak imkân verebilmektedir. Bu otoriter yapıların, yerine göre, din başta olmak üzere farklı dinamikleri kullanması, onlara fiili (de facto) bir gerçeklik sağlamaktaysa da, meşru ya da hukuki (de iura) bir gerçeklik vermemektedir.
İşte bu görünüm, kaçınılmaz olarak söz konusu yönetimleri “Manda Devlet” konumuna sokmaktadır ve Sömürgeci siyasetlerin uygulanabilmesine görünüşte bir meşruluk sağlamaktadır. Dolayısıyla “sömürgeci” ya da “Mandater Devlet”in ilişkilerini hem normalleştirmekte, hem de meşruluk sınırı içinde kalındığı algısını doğurup beslemektedir.
Bu çerçevede İsrail’in ve Filistin’in, daha XX. yüzyılın ortalarından itibaren çetin bir sorun olarak ortaya konulup XXI. yüzyılın ilk çeyreğine kadar dallandırılıp budaklandırılması, Sömürgeci siyasetin, halkı Müslüman ülkelerin denetiminde ve yönlendirilmesinde en etkili araç olmuştur. Irak’ın işgali, Libya’nın kabile sürecine girdirilmesi, Suriye’nin nasıl bir yapıya dönüştürüleceği sorunu, Yemen’de iç savaşın körüklenmesi gibi gelişmeleri bu bağlamda ele almak gerekmektedir. Fakat “Manda Devlet” görüntüsü, önemli bir perde olarak gölgeleme işlevini sürdürmektedir. Ülkemizdeki siyasi ve iktisadi, giderek kültürel gelişmeleri de, bunların dışında düşünmek yanıltıcı olur.