Mesleğim gereği, kendisini sürekli birilerine

“kullandırdığını” düşünen insanlarla çalışıyorum. (Bu kullanılma kavramını

başka bir yazıda ayrıca inceleyeceğiz.) Yani bu insanlara terapötik anlamda

destek olmaya çalışıyorum. Terapiler sürüyor, sürüyor. Sonra

Sonra başlıyorlar bazı gerçekleri görmeye!

Hangi gerçekleri mi

Yaslanın geriye sevgili okurlar…

Bugün biraz sarsılacaksınız… Ama bu sarsıntı eminim ki

hepinizin işine yarayacak!

Her insan önce kendisini sevmelidir

“Ben severlik”ya da “Özseverlik” dediğimiz bir kavram

vardır psikolojide. Her normal insanda olması gereken, hayatın olmazsa olmaz

cinsinden duygularından birisini temsil eder.

Her insan önce kendisini sevmelidir. Kendinden yola

çıkarak, yaşam yolculuğunu yapmalıdır. Kendini severlik, öz severlik duygusunun

yerine oturması son derece önemlidir.

Kendi değerini, kendine ispat edememekten kaynaklanan bir

durum vardır psikolojide… Kişi ben sever yanını, özsever yanını göremiyordur…

Ben sever yanı gelişmemiştir… Bencil olmamak adına, kendini düşünen, sadece

kendisini düşünen kişi olmamak adına, kendini sevmesi gereken yanlarını bir

kenarda bırakmıştır.

Terapilerde yakalanan, psikoterapi veya analiz içinde

yakalanan bu durum, kişinin özsever kimliğini bulmasına yardımcı olur.

Çünkü kişi, kendi değerini, kendine ispat edememiştir.

Kendi değerinin olduğu duygusunu, önce kendisine ispat etmek için uğraşır

hayatı boyunca koşturur, didinir, yırtınır, saçını süpürge eder. Aslında kendi

değerini, kendine ispat etmek için uğraşıp durur da haberi bile yoktur.

Kendimizi sevmek bir anlamda kendimizle barışık olmaktır.

Hepimiz kendimiz kadarız. Her yere yetemeyiz, her şeyi biz düzeltemeyiz, her zaman

biz iyi olamayız. Daha fazlası için uğraşanlar, uğraşıp dururlar; ama ah bir de

ne için uğraşıp durduklarını bir bilseler. Saçlarını süpürge ederler; ama ah

bir de neyi süpürdüklerini bir anlasalar!

Süpürülen biziz aslında… Kendimiz… Benliğimiz… Kendimizle

barışma halimiz!

Oysaki kendimizle barışık olduğumuz oranda, dünyaya

açarız kendimizi. Kendimize bile yardım edemiyorsak, başkalarına nasıl yardım

edeceğiz Ancak nesnel yardımlarla kendimizi yatıştırmaya çalışırız o kadar.

Kendimizi yatıştırmak diyorum, halk arasında “kendimizi kandırmak” da

diyebiliriz bu duruma.

Ne kadar çok koşturursak o kadar sevgiyi hak ettiğimize

inanırız. Ne kadar çok kalkındırırsak başkalarını, o oranda kendimizi

kalkındırmış oluruz. Yani en saçımızı süpürge ettiğimiz anlarımızda bile, son

kertede aslında, “Kendi narsizmimiz için” bir şeyler yapmış oluruz. Kendi öz

severliğimizi kendimize ispat etmek için koşturmuş oluruz. Hâlbuki her yerde

olmaya çalıştığımız gibi, kendi ilişki alışverişlerimizde bile “adaletli”

olmayı öğrenmeliyiz.

İletişim kurduğumuz insanlara fazla veriyor, onlardan az

alıyorsak, ilk adaletsizliği önce “kendi”mize yapmış oluruz. Alırken adaletli

olmak kadar, verirken de adaletle vermeliyiz.

Karşı tarafa yük olmadan vermeliyiz. Çünkü fazla vermek,

fazla iyilik yapmak, karşımızdakine verilen bir “yük”tür. Yük olmayacak kadar

verici olmayı öğrenmek gerek.

Peygamberimizin şu sözü aklıma gelince (yukarıdaki

bilgiler ışığında) cidden tüylerim ürperiyor benim. İnsanın bilinçaltı

dünyasının derinliklerinden çıkmış ve insana bu kadar uygun diğer sözlerden

etkilendiğim gibi bir garip hissediyorum kendimi.

“Size kötülük edene, siz iyilikle cevap verin…”

Önceleri bu sözü okuduğumda saçma geliyordu… “Ohhh ne

iyi… Adam benim gözümü oysun… Ben ona iyilik yapayım… Ne güzel!” diyordum.

insana verilecek en güzel ceza, kötülük yapana, iyilikle

karşılık vermektir

Terapötik eğitimle ve insan psikolojisinin

derinlikleriyle buluşunca, bu cümlenin muhteşem bir tespit olduğuna inanmaya

başladım.

İlk olarak, kötülük edene iyilikle cevap vermek;

karşımızdaki insanın öfke duygularını doğrudan harekete geçirmeyeceği için,

ondan gelecek olan yeni kötülüklerden bizi uzak tutacaktır. Çünkü insan

karşısındakine onun gibi kötülük yapmak istediğinde, önce kendisine zarar

verir, önce kendisi yıpranır, önce kendisinin adrenalini yükselir, tüm bunlar

bir araya gelince önce kendisinin fiziksel ve ruhsal bünyesi hasar alır.

Oysaki iyilikle cevap verdiğinde, kendisini, kendi

benliğini kışkırtacak bir oluşuma meydan vermemiş olur. Ve en önce kendi ruhsal

bünyesini korumuş olur.

İkinci ve daha da önemlisi; iyilik yapmak, karşımızdakine

“yük yüklemek”tir. Bir insana verilecek en güzel ceza (ki ceza kelimesi,

Arapçada ‘karşılık’ anlamında kullanılmaktadır), onu ciddi bir yük altında

bırakmaktır. Karşı karşıya kaldığı yükle ne yapacağına kendisi karar verir. Bu

yükü nereye koyacağını bile bilemez, taşımak zorunda kalır.

Aslına bakarsanız, bir insana verilecek en güzel ceza

(hele de psikolojik süreçleri önemsiyorsak), bize kötülük yapana, iyilikle

karşılık vermektir.

Sevgiyle kalın...