Akaryakıt fiyatlarının litre fiyatları 40 liraya dayandı, geçti; seçim öncesi dönemde memur alımında mülakatın kaldırılacağına dair sözler verildi; yıllardır her seçim döneminde “ekonomik şahlanış” yaşanacağı vaadi, bu Temmuz olmazsa herhangi bir Temmuz’da ekonomik olarak uçuşa geçiyoruz; her alanda dünya lideri oluyoruz… Son yirmi yılın özetini yapacak olursak “-cağız, -ceğiz, yapacağız, edeceğiz” vaatleri ile iktidar insanlarımızı oyalıyor.
Yaşadıklarımız tüm çıplaklığı ile ortada. Edebiyat dünyasını kağıt fiyatlarından sonra çaya gelen zam da vurdu. Son seçimden bu yana yüzde 90’lara yakın zam sadece çaya geldi. Okulların açılmasıyla kitap, kırtasiye girdilerinin yanında aileleri düşündüren en önemli gider kalemi okul servisleri ve okula ulaşım gideri. Bu sıkıntıları da sadece muhalif partilerin seçmenleri yaşamıyor, ülkecek yaşıyoruz. Sosyal yardım verdikleri için iktidar partisine oy veren seçmen daha fazla yaşıyor.
Ekonomi alanında dışında diğer alanlar sanki iyi mi? Orada karnelerimiz hiç iç açıcı değil. Son ekonomik krizden sonra sosyal huzuru bozan ve toplumda şiddet oluşturan konuların başında ev sahibi-kiracı kavgaları oldu. Bu bahsettiğimiz ev sahibi- kiracılar toplumda suç üretenler değil. Hırsız değiller, gaspçı değiller, uyuşturucu satıcıları gibi suç örgütlerinin üyeleri değiller. Bunlar son ekonomik krizin sonucunda karşı karşıya getirilen insanımız.
Bunların dışında da ülkenin sokakları hırsızlık, gasp, tecavüz, gücü eline geçirenin istediği atı istediği şekilde oynattığı savaş alanları. Artık gazeteler üçüncü sayfalarında ülkede günlük meydana gelen suç haberlerini sığdıramıyor. Garantili yapılan hapishanelerin ne etkisi vardır bilemeyiz ama suç çocuklara kadar inen bir hal.
Ve bunlar gibi birçok konu. Ülke olarak bunları yaşıyoruz ama bu yaşadığımız olaylar ülkede herkes tarafından olduğu gibi algılanmıyor, anlaşılmıyor. Özellikle iktidar destekçisi vatandaşlarımızla konuştuğumuzda “Acaba ben hangi ülkede yaşıyorum” diyorsunuz. İktidar destekçisi vatandaşların algısında ülkemiz güllük gülistanlık, he ortada kötü bir şey varsa da bunun sorumlusu destek verdiği, yirmi yıldan fazladan beri başımızda tuttuğu iktidar değil. Tüm yetkileri ellerinde tutmasına rağmen iktidarı “suçlu görmeme, sorumlu tutmama” refleksi gösteriyor. Bu vatandaşlarımızla özel olarak konuştuğumuzda sokaktaki tablodan en fazla şikayet edenler olduğunu da belirtelim. Genellikle bu seçmenle sorunları konuşurken hem fikir oluyorsunuz fakat siz bunun sorumlusu iktidarın yaptıkları, çıkardığı yasalar, imza attığı anlaşmalar, sahip olduğu medyadır, dediğinizde bunu kabul etmiyorlar.
Çünkü karşımızda “kitle” haline getirilmiş vatandaşlarımız var. Ülkemizde kitle iletişim araçlarının hayatımıza girmesiyle toplumun dönüştürülmesinde önemli adımlar atıldı. Fakat AKP iktidara taşınana kadar toplumun belli kısmı kitle iletişim araçlarından servis edilen içeriklere mesafeli durdu. Çok uzun süre evine televizyon almayanlar vardı. Gazetelerde de zaten kendine yakın olarak yayıncılık yapan gazeteler seçiliyordu. Uzun süre kitle iletişim araçlarına mesafeli olan toplum kesimi “Artık her yerde biz varız, medyanın sahipleri de biziz, şu kanalda bizden adamların, TRT- RTÜK bizimkilerden oluşuyor” düşünceleri ile artık yıllardır eleştirdiği aile yapısını bozan sabah kuşağı programlarını “kendi” basın kuruluşlarında seyretmeye başladı. Önceden tepki verdiği içerikleri siz işaret ettiğinizde “Onlar da hayatın bir gerçeği” tepkilerini verir oldular. Ama en önemli sonucu iktidarın yayın organlarını takip eden kitlede gerçek algısı bozuldu. Yaşadığı olayları muhakeme edemeyen bir geniş topluluk oluştu. Hem en okumuş, tahsil görmüş kişilerin de.
Özellikle seçim öncesi bu kitle ile görüştüğümüzde gerçek hayatta olmayan konuların gündemlerinde olduğuna şahit olduk. Toplumda ortaya çıkan bu durumun sebebi kitle iletişim araçları başta olmak üzere çeşitli aparatlar kullanılarak -bu bazen bir cemaat bazen bir üniversite hocası olabilir, toplumun sevdiği önderler olabilir- “ümmet” olması gereken insanların “kitle” haline dönüştürülmesidir. Kitle iletişim araçlarında üretilen içerikleri, birçoğu gerçek hayattan alınmış öğelerin kullanımı ile verilmek istenilen yalanın üstünün örtülmesidir. Hayatını devam ettirmekten başka amacı olmayan kişiler verilen içerikte verilen bilginin hangisi gerçek hangisi yalan hangisi algı için kullanılıyor muhakeme edemez. Sonunda da yaşadığımız tablo ortada. Olmamış bir olay sebebiyle iktidarı desteklemeyenlere -muhalif olması da şart değil- saldıran, ötekileştiren, hatta hızını alamayıp kendi gibi düşünmeyenleri tekfir eden bir kitle.
Bu duruma bilinçli şekilde topluma şekil veren kitle iletişime sahip olan, ona hükmedenler sayesinde geldik. Bu kitle ile muhatap olurken isterseniz en tartışılmasız olan ayet ve hadislerle delil getirerek konuşunuz, o sizinle kitle iletişim araçlarının ürettiği kodla size cevap verecektir.
Konunun daha net anlaşılması için de “kitle”nin özelliklerini ilk defa yazan “Kitleler Psikolojisi” kitabının yazarı Gustav Le Bon’ın satırlarına yer verelim:
“Kitlelerin herhangi bir şeyi önceden tasarlaması söz konusu değildir. Peş peşe birbirine en zıt duygularda dolaşabilirler fakat her daim anlık uyarıcıların tesiri altındadırlar."
"Kitlelerin düşünceleri gibi istekleri de süreklilik göstermez.”
“Bir kitlenin parçasına dönüştükleri andan itibaren cahil de âlim de gözlem yeteneğini kaybeder.”
“Kitle haline getirilmiş toplumlarda en zıt görüşlerin yan yana durduğunu görebiliriz."
"Duyguları abartılı şekilde yaşayan kitlelere sadece büyük duygular tesir eder. Bu yüzden onları etkilemek isteyen bir hatip şiddetli ifadeler kullanmak zorundadır. Abartılı konuşmak, teyit etmek, yinelemek fakat hiçbir şey muhakeme yoluyla ispata kalkışmamak gerekir."
"Kitleler güce saygı duyar ve iyilik gördüklerinde bundan çok etkilenmezler. Çünkü bu, onlar için bir tür zayıflıktır. Onlar yumuşak huylu hükümdarları değil, daima kendilerini şiddetle ezip geçen zorbalar sevmiş, onlar adına en yüksek heykelleri dikmiştir.”
“Kitlelere muhakeme yoluyla tesir edilemez. Kitleleri muhakeme kabiliyeti daima düşük seviyelidir.”
Ne olursa olsun “insan”ın ne olduğunu herkes bu topraklarda hatırlamak zorundadır. Eşrefi mahlukat olarak yaratılan insanı elindeki güce dayanarak saptırmanın hesabını yapanlar muhakkak verecektir. Kalem erbapları Allah’ın verdiği yazma kabiliyetini insanları kitle olmaktan kurtarmak için kullanmak zorundadır. Yazılarında dokuz doğru söyleyip bir yalan sıkıştıranlar şimdilerde adam yerine konulsa da Allah’ın katında “yalancı” olarak yazılanlardır.
Müslümanları “kitle” olmaktan çıkarıp şuurlu bir “ümmet” haline taşımak öncelikle yazarlara, gazetecilere, akademisyenlere, hocalara düşer. Ama en önce bu sorumluluk Müslümanlardan destek alıp kendine koltuk elde etmiş siyasilerindir. Bir seçim kazanmak uğruna bu vebal taşınmaz.