Ortadoğu’nun emperyalizmin ajandasındaki yeri siyasiden askeriye, ekonomikten dinsel olana dek çok boyutludur. Emperyalizm, hem inancı gereği, hem siyasi ve ekonomik çıkarları için bu coğrafyaya tasallutunu sürdürür durur. 19. yüzyılla birlikte başlayan bu tasallutu, aslında ta Haçlı Seferleri’ne dek götürmek de mümkündür tabi.

“Ortadoğu’nun İslami karakterine yönelik Haçlı saldırısı” ifadesini, eski bir bakan ve başbakandan ödünç alarak kullanalım. Ki, bu siyasetçi görev yaptığı kritik makamda tam da 30 sene önce ifade ettiği bu hususu göz ardı etmeyi yeğlemişti maalesef. 

Ortadoğu’nun, 11 Eylül’ün ardından sokulmaya çalışıldığı “deli gömleğine” girmesi için uğraşan emperyalizm için en çok isteyeceği şey nedir? Bizzat bu coğrafyanın sakinleri tarafından davet edilmek, çağrılmak, çözüm mercii olarak görülmek! Maalesef olan tam da bu değil mi? Kamuoyu önünde, toplumun “gazını almak” için (bir türlü al al bitmedi bu gaz) sarf edilen temelsiz had bildirmeler, nizamat vermeler, her seferinde yerini “reel politik”e terk ediyor ve miting meydanlarında sövülen emperyalistler, yine “çözüm için başvurulan bir kapı”ya dönüşüveriyor. İslam aleminin vahim durumunun acı bir özeti!

11 Eylül saldırısı, ardından teröre yataklık bahanesiyle Afganistan’ın işgali, sonra “kitle imha silahları var” yalanıyla Irak’ın işgali, Libya’nın işgal edilmesi, Arap baharı marifetiyle karman çorman edilen Arap ülkeleri, Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesi ve bu sırada da (11 Eylül’ün sonrasında) “türetilen” terör örgütleriyle tüm bir coğrafyanın tam bir cadı kazanına dönüşmesi… Coğrafyamızda maalesef huzur, sükun, güvenlik kalmamış durumda, ülkeler yerle yeksan olmuş, aileler parçalanmış, buralardaki hayat tarumar vaziyette. Yüzbinlerce ölü, milyonlarca yersiz yurtsuz… İnsanlar ailesini, çoluğunu çocuğunu, vatanını, geleceğini yitirdi yitirecek durumda. 

Kanın durmadığı, huzurun kalmadığı bu coğrafyada bir tek İsrail hayatından memnun. “Allah-u ekber” nidalarıyla birbirini öldüren Müslümanlar ise durumun vahametini gösteriyor. Coğrafyamıza musallat olan emperyalizm, Büyük İsrail için elinden geleni yaparken, Müslümanlar da onlara yardımcı oluyor adeta. Din adına vahşice, barbarca adam öldüren bir sürü kimseler… Kim, hangi görüşten, hangi mezhepten, hangi fırkadan; akıllardaki tek soru bu. Din adına eyleme girişenlerin İsrail’e, onun güvenliğine ve planlarına hizmet ediyor olmasının izahı yok.

Bölgedeki ülkeler olarak kendi meseleleri için (yani Suriye için) oturup da bir çözüme varamayan İslam ülkeleri, bugün ABD’den, Rusya’dan medet umuyorsa, onların dolduruşuna gelmeleri de ihtimal dahilinde değil midir? Rusya ile bir olup Suriye’deki zalim Esad’ın kendi halkını katletmesine destek çıkan İran’ı bunu yapmamaya zorlamamız gerekmez miydi? İran’ın, bölgede hayata geçirmeye çalıştığı yayılmacı anlayışı (İsrail’in mezhep çatışması fantezisine hizmet etmeden) önlemek için ne kadar çalıştık peki? Veyahut, 2003’teki Irak işgaline 1 Mart tezkeresiyle verdiğimiz zımni desteği nereye koyalım? 

Sünni-Şii savaşı çıkarmak yerine, topyekün İslam alemi olarak hangi noktadayız, bakmamız gerekmiyor mu? Mesela, Suriye meselesinde Türkiye, Suudi Arabistan ve İran bir araya gelip Esad’ı yola getirmeye çalışsa fena mı olurdu? Milyonlarca insanın hayatlarının kararmasında daha mı kötü bir şeydir bu? Bugün, İran’ın karşımıza alıp, “Ey İran! Suriye’deki mazlumların katledilmesine nasıl yardım edersin?” demek, bir mezhep savaşı (ki İsrail‘in menfaatinedir) belasından daha evla olmaz mı? Aynı şekilde, Suud önderliğindeki (ABD güdümündeki) “ordunun”, Yemen’de masum halkı öldürmesine de ses etmek gerekir.

Tarihi hatırlayalım: 1980-1988 arasındaki İran-Irak savaşı kime, ne kazandırdı? Yaklaşık bir milyon kişi öldü, 2 milyon kişi yaralandı, 150 milyar dolar havaya uçtu! Yıllarca savaşıp da galibi olmayan bir tarumar oluş kaldı geriye.

Coğrafyamızdaki toz dumanın nedeni olan Büyük İsrail Projesine taş taşımak istenmiyorsa, emperyalizmin kışkırtması olan mezhep savaşı belasından kaçmak ve sorunları da emperyalizme başvurmadan çözmek gerekiyor.