Kuzey Suriye bağlamında yaşanan gelişmeler üzerine bu köşede yayınlanan “Yeni Türkiye’ye Kürt Seddi mi” başlıklı yazıda şu tespiti yapmıştım: “Yeni Ortadoğu’nun hamisi, sahibi olduğunu iddia eden ve bu kapsamda ‘Model Ortaklıklar üzerinden bölgede ‘oyun kurucu’ olarak ön plana çıkartılan, pohpohlanan Türkiye, sessiz ve derinden işleyen, sinsi bir çevreleme politikası ile karşı karşıya. ‘Kuzey Suriye’, bu bağlamda ucu Akdeniz’e kadar uzanan ‘Büyük Kürdistan Projesi’nin ikinci adımı olarak karşımıza çıkıyor.”

Tarihler o zaman Temmuz 2012’yi gösteriyordu ve Türkiye’de gerek Ortadoğu bağlamında gerekse de içeride devam eden açılım süreciyle ilgili çok farklı bir hava söz konusuydu. Kuzey Suriye bağlamında yaşanan gelişmeler sanki Ankara’nın kontrolünde imiş gibi hava yansıtanlar da söz konusuydu ve birileri “parçalanarak büyümekten” bahsediyordu.

Hatta, bu noktada, “PKK’ya terör örgütü demeyin” diyecek kadar ileri giden bir kesim, terör örgütüne adeta farklı bir misyon yüklemeye çalışıyor gibiydi. Bundan dolayı da o günkü yazımızda; “...Ankara’nın ‘stratejik körlük’ olarak adlandırılmaya başlanan bu ruh halini anlamak da açıkçası oldukça zor” deme ihtiyacı hissetmiştik.

***

Aradan tam tamına üç yıl geçti ve geldiğimiz nokta ortada. Düne kadar bu tehdidi görmezden gelenler ve farklı söylem kullananların önemli bir kısmı şimdi savaş naraları atıyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’ye girmesi için adeta duaya çıkmış gibiler. Düne kadar PKK’ya toz kondurmayanlar bir süredir onun terör örgütü olduğunu hatırladılar ve gece gündüz bu konuda adeta günah çıkartıyorlar ve Türkiye’yi kontrolsüz bir şekilde Ortadoğu batağına sürüklemek istiyorlar.

Konumuz elbette bu tür adamlar ve kafa yapıları değil. Ama bu tür yaklaşımların ülkeye neler kaybettirdiğini ve bu kesimlerin sözlerine ne kadar itibar edilip edilmeyeceğini de görmek açısından bu hususun altının önemle çizilmesi gerekiyor.

***

Şimdilerde savaş naraları atan yukarıda bahsettiğimiz çevrelerin de üzerinde durduğu kritik mevzuya gelelim.

Mevzu çok açık. Suriye’nin kuzeyinde IŞİD üzerinden inşa edilen “Kürt Devleti” ve bunun enerji ağırlıklı koridor boyutu. Ayn-el Arap (Kobani) sonrası bölgede YPG (Suriye PKK’sı olarak da bilinen PYD’nin silahlı kanadı) güçlerinin Tel Abyad’ı adeta IŞİD’ten teslim alması ve bunun olası sonuçları.

Öncelikle, bu gelişmenin enerji koridoru boyutuna indirgenmiş olması bile tehlikenin boyutunun çarpıtılmasıyla ilgili başka bir psikolojik operasyona işaret ediyor. Sorun, sadece Türkiye’yi bölgede bir “Kürt Koridoru” ile enerji oyununda by-pass etmek değil.

Oyun daha büyük. Öyle ki, eğer bu proje gerçekleşirse, Türkiye “Yeni Büyük Oyun”dan elimine edilecek ve en az bir 50 yıl daha kaybedecek.

***

Olası bir Kürt Devleti’nin sınırlarını sadece Irak ve Suriye ile düşünmek ise, hiç kuşkusuz büyük bir saflık olacaktır. Bu devletin sınırlarının ne olacağıyla ilgili harita Ralph Peters ve Jeffrey Goldberg tarafından yıllar önce yayınlandı.

Peters tarafından 2006 yılında ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde yayınlanan “Daha iyi bir Ortadoğu nasıl olabilir ” başlıklı makaledeki harita ile 2008’de Goldberg tarafından The Atlantic Monthly adlı dergide yayımlanan haritalardaki benzerlikler ve ortaya konulan görüşler, ortak bir üst akla işaret ediyordu.

Özellikle de Goldberg tarafından kaleme alınan çalışmada Wilson Beyannamesi’nin 12’nci maddesine yapılan atıf ile 1 Mart Tezkeresi’nin “kuyruk acısı” kendileri açısından “sadık bir müttefik” ihtiyacına yaptığı vurgu itibarıyla fazlasıyla dikkat çekiciydi.

***

Gelinen aşamada bu proje devletin sınırlarının daha da genişlediğini ve bölgede inşası hedeflenen bir diğer devlet olarak “Sünni Devlet”in de sınırlarının sadece Irak ile sınırlı kalmayacağı görülüyor.

Bunun anlamı çok açık. Türkiye katmerli bir kuşatma ile karşı karşıya. Türkiye sınırları boyunca ilk halkada bir Kürt devleti yer alıyor. İkinci halkayı ise “İslam Devleti” adı verilen Vahabi-Selefi tandanslı bir “Sünni Devlet” oluşturuyor.

Halka, bu iki olası devletle de sınırlı değil. 2009’da “Türkiye’yi kuşatacağız” diyenler, açıkçası bunu sadece söylem boyutunda tutmamışlar. Bu hususta yazmaya devam edeceğiz.