Çoğu zaman kendimizi zor tutuyoruz belâ okumamak için!

Hayatta öyle garip, öyle tuhaf şeyler çıkıyor ki karşımıza, sıdkımız

sıyrılıyor, nefretimiz tavan yapıyor. Belâdan uzak durmak mümkün olsa da, keşke

uzak durabilsek! Fakat belâ sizi gelip buluyor, kaçamıyorsunuz, görmezden de

gelemiyorsunuz; Adam sen de! diyemiyorsunuz. İsterseniz deyiniz, o zaman gör

başına neler gelir. Çünkü belânın bile paralel i var.

Peki, Belâ ile benim ne işim olur, ben kendimi bildikten

sonra! mı diyorsunuz, o zaman siz farklı bir diyardasınız ve benimle aynı

dünyada yaşamıyorsunuz demektir. Bu durumda olanlara benim bir sözüm olmaz.

Çünkü benim muhatabım, acısıyla tatlısıyla hayat ı iliklerinde yaşayan

insanlardır.

Kuşkusuz belâ iyi insan , günahkâr insan ayırımı da

yapmaz. Herkes belâya duçar olabilir. İşte bunun hikmetinden sual olunmaz. Hani

aklımıza gelmiyor da değil, Acaba insanların belâlarla yüz yüze gelmesi,

günahları sebebiyle midir diye! Böyle bir yargıda bulunmak, cevabından daha

vahim! Çünkü insanın hayatında bir de kader olgusu vardır. İşte burada şöyle

bir soruyu sorabiliriz: Belâ kaderin belirlediği bozulmaz bir yazı mıdır

Arapça kökenli bir kelime olan belâ deneme, imtihan,

sınanmak; keder, sıkıntı anlamlarına gelmektedir. Terim olarak ise insana büyük

bir sıkıntı veren, içinden çıkılması güç durum, dert, gam, keder; büyük zarara

ve kedere sebep olan olay, afet, musibet, felâket; başa dert olan, insanı çok

üzen kimse veya şey gibi manaları içermektedir.

Mehmet Akif in, Kimi yamyam kimi Hindu kimi bilmem ne

belâ demesi gibi günlük hayatta birçok sorunla/belâ ile birlikte yaşıyoruz.

Sokağa adım attığınız andan itibaren size belâ okutacak o kadar çok sebep

çıkıyor ki karşınıza, şaşmamak mümkün değil! Hatta bu kadar bulanıklık içinde

insan, iyilik yapmaya fırsat bile bulamıyor desek yeridir.

Türkçede çok yaygın bir şekilde kullanılan belâ kelimesi,

muhtevası itibariyle günlük hayatta geniş bir anlam yelpazesi oluştururken

birçok deyimin de dilimize yerleşmesine vesile olmuştur. Söz konusu deyimlerden

bazıları şunlardır: Belâ aramak, belâ çatmak (birine beddua etmek), belâ

çekmek, belâ çıkarmak, belâ kesilmek, belâ okumak, belâ olmak, belâsını bulmak,

belâsını çekmek, belâya çatmak, belâya girmek, belâya sokmak, belâya uğramak,

belâya uğratmak, belâyı satın almak, belâyı savmak vb.

Konuya sistematik açıdan bakıldığında evrende olup biten

her şey gibi belâlar da Allah ın ezelî ilmi, kudreti ve iradesinin içinde yer

alır. Şunu kesin olarak bilelim ki Allah belâ vermez, belâyı insan ister. Ancak

belânın fiilen meydana gelmesine kulun bazen etkisi olur bazen de olmaz. Meselâ

bir kısım belâlar işlenen günahların sonucu iken, bir kısmı da onun manevî

derecesinin yükselmesini hedefleyebilir.

Burada meselenin daha iyi anlatılabilmesi için, önemli

iki hususa dikkat çekmekte fayda vardır:

Birinci olarak, kul ile Allah arasındaki ilişkinin, işçi

ile işveren arasındaki anlaşmaya benzemediği meselesidir. Çünkü işçi,

nitelikleri, zamanı ve yeri belli olan çalışmaları gerçekleştirirken, işveren

de bu çalışmaların karşılığı olan görevlerini yerine getirmek

mecburiyetindedir. Taraflardan biri önceden tespit edilmiş şartlardan birini

yerine getirmediği takdirde iş akdi bozulur.

Kul ile Allah arasındaki anlaşmaya gelince -ki buna elest

meclisi denebilir- bu anlaşmaya göre Allah, bütün varlığı ile kulun sahibi ve

malikidir. Aynı zamanda O, erhamü r-râhimîndir (çok çok merhamet eden).

Âbid-mabut arasındaki bu konum farkının tecellilerinden biri olarak bazen öyle

olur ki mümin kulun hatası bulunmadığı halde belâlara mâruz kalabilir, günahkâr

veya inançsız kişi ise rahat bir hayat yaşayabilir.

İkinci hususa gelince, fert ve toplum seviyesindeki

olayların irdelenmesi ve neticelerinin değerlendirilmesi yapılırken dünya ve

âhiret arasındaki sınırların kaldırılması gerekir. Şöyle ki: Dünya âhiretin

tarlasıdır. Burada ekilen tohumun ürünü âhirette biçilecektir. Öyle belâlar,

öyle musibetler olur ki kulun bir hatası yokken başa gelir, ömür boyu çekilir,

dünyada herhangi bir karşılık alınmadan ebedî âleme göçülür. Kuşkusuz bu tür

musibetlerin muhatapları, varlığına iman ettikleri âhiret âleminde

mükâfatlarını alacaklardır.

Dünyada karşılaşılan belâların bir kısmı da ihmalden, söz

dinlememekten, geleceği düşünmemekten kaynaklanır. Kur ân-ı Kerim de görüldüğü

üzere Hz. Nuh tan itibaren birçok peygamberin kavmi, küfür ve inkârları

sebebiyle helâk edilmiştir. Belâ ve hastalıkla imtihan edilmek suretiyle Allah

nezdindeki derecesi yükselenlerden biri Hz. Eyyûb aleyhisselâmdır (el-Enbiya

21/83 84). Cenâb-ı Hak bazı kullarını, yanlış tutumdan dönüş yapmaları için

belâsız ve belâlı dönemlerde yaşatır (el-A râf 7/168).