Ülkemiz son 15 yılda âdeta “seçim fırtınalarına” mâruz kaldı. Millet neredeyse gözünü açmaya, durup düşünmeye fırsat bulamadı. Yok genel seçim, yok mahallî seçim, yok referandum, yok Cumhurbaşkanlığı seçimi… İyi de her seçimde tansiyon yükselmekte. Bilhassa siyâsîlerin kullandığı üslup tansiyonun yükselmesinde mühim rol oynamakta.

Buyurun şimdi yine bir seçime gidilecek. İyi de siz şu sarf edilen üsluba bakın:

Sayın Bahçeli; “Zillet ittifakını alt edeceğiz” diyor. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, müttefikinin gönderdiği pası gol yapmak istercesine sert bir şut çekiyor: “Cumhur İttifakı’nın karşısında bir illet, bir zillet ittifakı var.”

Ülkemizin çok kritik günler yaşadığı esnada bu tarz üslup tasvip edilebilir mi? Şu sıralar herkes, bilhassa geniş kitleleri temsil eden ve geniş kitleler üzerinde müessir olan zevatın sözlerine çok dikkat etmesi gerekir. Bize lâzım olan “ısırıcı üslup” değil, “birleştirici üslup”tur. Ne demek illet, ne demek zillet?..

Bu tarz ifadeler nasıl tasvip edilemezse, Sayın Cumhurbaşkanı’na yönelik maksadını aşan ifadeler de kabul edilemez. Metin Akpınar’la Müjdat Gezen’in üslûbu gibi. Bu ülkenin vatandaşları gibi ben de bu iki san’atçıyı çok iyi tanırım. 12 Eylül’ün o kasvetli havasında, Metin Akpınar’la Zeki Alasya’nın oynamış olduğu “Yasaklar” oyunundaki replikleri 12 Eylülcülere cevap olarak görürdük. Metin Akpınar’la yapılan birçok röportajı okumuşumdur. Hayli zengin bir bilgi birikimine sahip olduğu açık. Dolayısıyla Sayın Erdoğan ve icraatlarını tenkit ederken de daha ölçülü bir üslup kullanacak donanıma sahip biri.

Söz üsluptan açılmışken, Cumhuriyet yazarı Işıl Özgentürk’ün sarf ettiği, “Türbanı fahişeler takardı” ifadesini kamuoyunun takdirine havale ediyorum. Bu söze karşı söylenecek çok söz var, ama yazımızı oturtmaya çalıştığımız uzlaşmacı, birleştirici üslup talebini zedeler diye söylemiyor, yalnızca basiretlere havale ediyoruz.

Ülkemiz bu tarz ısırıcı üsluplar itibarıyla 1908’deki İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonraki siyâsî atmosferi andırıyor. O sıralar 146 siyâsî parti kurulmuştu. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Gazete ve dergilerin yazarları birbirlerine en ağır ifadelerle saldırıyorlardı. Merhum Mehmet Âkif, o günlerin atmosferini şu şekilde tasvir etmekte:

“(…) Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, Pazar? Nâradan çalkanıyor! Öyle ya… Hürriyet var! / Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru: / Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru, / Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının; / Kafalar tütsülü hulyâ ile, gözler kızgın.  (…)” 

“(…) Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa, / Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa, / Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli; / Kalmıyor kimseciğin muzmeri [insanın içinde gizlediği şey] artık gizli. / Dalkavuk devri değil eski kasâid [kasideler] yerine, / Üdebânız [edebiyatçılarınız, yazarlarınız] ana avrat sövüyor birbirine! (…)”

İşte o hayhuylu günde, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, yazdığı makalelerde, “Edibler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiyye ile müteeddip olmalı” diyerek gazetecilerin, yazarların üsluplarına dikkat etmeleri gerektiğini hatırlatıyordu.

“Isırıcı üslup”tan söz açılmışken, bir de dış ülkeden bir örnek verelim. ABD’nin nev-i şahsına münhasır başkanı Donald Trump durduk yerde; “Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederim.” dedi. Aslında bu tarz üsluba karşı; “Molla çıkar dilinin altındaki baklayı!” demek lazım, ama yine kendimizi zorluyoruz.

Bakınız ülkemize karşı bu tarz hort-zort edenlerin bulunduğu bir zamanda hepimizin birliği zedeleyici üsluptan son derece sakınmamız lazım. Ülkemiz diktatörlükle idare edilen bir ülke değil. Sisi’nin Mısır’ı gibi basının yüzde yüzü iktidarın kontrolünde değil. Bu bakımdan, iktidarın icraatları ve bu arada hem iktidardaki partinin, hem icranın başı Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözleri ve icraatları elbette tenkit edilebilir. Ancak bu, kırıcı, ısırıcı, incitici, hele hele hakâret tarzında olmamalıdır. Aynı tavır, iktidar mensuplarından, Sayın Cumhurbaşkanı’ndan ve Sayın Cumhurbaşkanı’nı müdafaa eden kalemlerden de beklenilir.

Hepimiz bu ülke gemisinin yolcularıyız. Bu vatan hepimizin. Allah muhafaza ülkemize bir zarar erişse bundan hepimiz zarar görürüz. Onun için “aman dikkat!” diyoruz. Lütfen birliğimizi, sevgimizi zedeleyici üsluplardan ve tavırlardan kaçınalım.