Geçtiğimiz günlerde iki özelleştirme Türkiyenin gündemine bomba gibi düştü ve tüm dikkatler bu iki olaya yoğunlaştı. Bunların ilki TÜPRAŞın Koç-Shell konsorsiyumuna satılması; diğeri ise Galataportun 46 yıl taksitle ödeme koşuluyla Sami Oferin sahibi olduğu gruba satışıydı. Aslında bu işe satıştan çok kiralama demek daha doğru olur. Tüpraşın satışı üzerinde epeyce yazılıp çizilmesine karşılık ilk ihalede yüzde 66lık hissenin 1.3 milyar dolara satılmasına karşılık ikinci ihalede Koç-Shell grubuna yüzde 51lik hissenin 4 milyar doların üzerinde bir rakama satılmış olması satışın polemik konusu yapılmasını engelledi.
Galataport ihalesi ise ilkine göre daha çok tartışma oluşturdu. Medya bu olayın üzerinde TÜPRAŞın satışından daha çok durdu ve durmaya devam ediyor.
Niçin böyle oluyor Verilen rakam aslında TÜPRAŞla mukayese edildiğinde oldukça yüksek. Birinde mülkiyetin satışı diğerinde 49 yıllığına kiralanması söz konusu. Sanıyorum Galataportu alan kişinin daha önce de bir oldu-bitti ile TÜPRAŞın yüzde 14 hissesini almış olması ve bu alışverişten 6 ay gibi kısa bir sürede 800 milyon dolar kâr elde etmiş olması Sami Ofer ismini ön plana çıkarmıştır. Ticarettir işin kârı da zararı da olur. Aslında niçin bu kadar çok kâr ettiğinin tartışılmasından ziyade, satış olayının normal prosedürü takip edilmeden yapılmış olması satışı tartışma alanına çekmiştir. İşte tam bu sırada aynı kişi ve grubun Galataportu hem de 4.3 milyar dolara kiralamış olması bir takım şüpheleri üzerine çekmiştir. Haklı olarak insanlar böylesine yüksek paranın niçin verildiğini sormaktadırlar. Çünkü, olay sadece bir alanı kiralamakla bitmemekte, 2 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekmektedir.
Bu noktada gerek TÜPRAŞ hisselerinin yüzde 14ünü hem de Galataportu alan kişinin İsrail asıllı bir iş adamı olması da ister istemez dikkatleri yapılan işten ziyade şahıs üzerine çekmiştir.
Söz gelimi Meclis tatile girmeden iki günde çıkartılmış olan 30 civarında yasa arasında Galataport proje alanının kıyı kanunu ve SİT alanından çıkartan ve yeni bir düzenlemeyi öngören değişikliğin gerçekleştirilmiş olması kafalarda bir takım soruları gündeme getirmiştir.
Aslında medya Galataport ihalesinde ilk önce 4.3 milyar dolarlık ihalele bedelini ön plana çıkarmış, böylece çok yüksek bir bedel karşılığında ihalenin gerçekleştiğine vurgu yapmıştı. Ancak, daha sonra olayın bir satış olmayıp 49 yıllığına kiralama olduğu, 4.3 milyar doların da 100 milyon dolarlık taksitlerle 46 yılda ödeneceği gündeme gelmeye başladı. Dolayısıyla ortada 4.3 milyar dolarlık bir özelleştirme olmasına karşılık devletin eline yılda 100 milyon dolar geçecekti. Bir bakıma göz boyama söz konusuydu.
Belli ki gerek Haydarpaşa, gerek Galataport projeleri ile ilgilenenler önce işin imar boyutunun hallinin peşine düşmüşler, iktidar ile geliştirdikleri yakın ilişki sonunda istenen imar değişikliği milletvekillerinin ruhunun duymadığı bir biçimde Meclisten geçmiştir. Satış ya da kiralama da bundan sonra gerçekleşmiştir.
Peki Galataport projesi hayata geçtiğinde bu bölgede ne iş yapılacaktır Burası bir turizm merkezi mi olacaktır Yoksa buralarda iş merkezleri mi dikilecektir Dış dünyaya ve turizme açık limanlar oluşturulması da söz konusudur.
Sanıyorum esas üzerinde durulması gereken husus ise insanımızı yakından ilgilendiren çok önemli bölgeleri satılır ya da uzun süreli kiraya verilir, bununla ilgili Meclisden kanunlar çıkarken topluma bu konuda yeterli bilginin verilmemiş olmasıdır. Hatta, Mecliste bu tür kanunlara parmak kaldıran milletvekillerinin pek çoğunun bile olayla ilgili bilgi sahibi olmayışıdır.
Belli kişiler bir takım projeleri kotarmakta ve gerekli düzenlemeler yapılmaktadır. Böyle olunca da yapılan işte hata payı yükseliyor, ülke çıkarları belli kişilerin çıkarlarına feda edilebiliyor.