İnsan boşuna yaratılmadığı gibi kendisi de ömrünü boşuna geçirmeyecektir, geçirmemelidir. Hayatın ve yaşamanın bir gayesi ve hedefi olmalıdır; nitekim olmaktadır da. Önemli olan hayat yolunda yol alırken doğru istikamette olmak, olabilmektir. Bugün işte bu önemli mesele ve bu meselenin sonuçları üzerinde duralım. İnsan şerefli bir varlıktır, eşrefi mahlukat olarak yaratılmıştır. İnsan fıtratı yani yaradılışı gereği, özellikle inancının ve vicdanının yönelttiği istikamette doğruyu arar ve kendine göre bulur. Ne var ki, insan bu arayışta bazen farkına varmadan yahut farkına vararak doğru veya yanlış, iyi veya kötü, güzel veya çirkin, hak veya bâtıl, adil veya zalim sonuçlara ulaşır, başına adalet veya dalâlet külâhı düşer. İnsan aynı zamanda fıtratındaki potansiyel kerameti yani pek çok cihazla donatılmış şerefli bir varlık oluşu sebebiyle, pratikte gerçekleştirmek için sürekli kendisiyle mücadele etmesi gereken bir varlıktır. Yani, insan kemale ve mükemmele ulaşma yolunda ilerlerken önüne çıkan en önemli engel yine bizzat kendisidir. İnsan öyle bir varlıktır ki, o kendisiyle barışık olarak değil, kendisiyle, enesiyle, bencilliğiyle mücadele ederek, kendisine rağmen yaşayarak, gerçek insanî kemalâta ve en mükemmel dünya düzenine ulaşır.
İnsan fıtratındaki bu potansiyel kerameti pratikte gerçekleştirme, gerçek insanî gelişmişliğe ulaşma yolculuğunda insanı kamçılayan, yüce bir ideale, davaya, hedefe ve gayeye sahip olmadır. İnsan bu ideali içinde yani vicdanında duymakla birlikte, o kaynağı itibarıyla insanın üstündedir, ötesindedir. Bu böyle olmalıdır ki insan sürekli yukarıya doğru yükselsin. Bu yükseliş ve onun motoru olan ideali gerçekleştirme yolunda insanın önüne daima kendisi; dünyevî tutkular, ailesi, çevresi, makam-statü düşkünlüğü, rahat yaşama arzusu, korku gibi bütün unsurlarıyla bencilliği, benliğinin dünyanın çocuğu olmasından kaynaklanan boyutu çıkar. İşte insan varlığının bu boyutunu aşabildiği nisbette gerçekten insan dır; bu boyutunun duvarları arasına hapsolduğu nisbette de gerçek insanlıktan uzaklaşır.
İnsanın idealinin, gayesinin, hedefinin olması gerektiğini söyledik. "İnsanın bu ideali" ile hayata hükümran olan alanlardan biri olan "ekonomi" bir araya geldiğinde, ilginç bir ikilem ortaya çıkmaktadır. Meseleye bu ikilem açısından bakıldığında, ortaya çıkan sonuçlar önemlidir ve ekonomik dünya hayatı bu sonuçlar üzerinden değerlendirilmektedir.
Çalışmak - Yaşamak: Zalim Batı düzeninde yaşamak için çalışılır, Adil Ekonomik Düzende çalışmak için yaşanır. "Yaşama" insan olan herkesin tabiî hakkıdır. "Çalışma" ise insanın görevidir. "Herkese aş, çalışana iş" ilkesi vardır.
Çıkar Çatışması - Beraberlik: Zalim Batı düzeninde "ben kazanayım" çabası vardır, Adil Ekonomik Düzende biz "beraber kazanalım" çabası vardır. Zalim Batı düzeninde "çıkar çatışması" vardır, Adil Ekonomik Düzende "çıkar beraberliği" vardır.
Tahakküm - İhsan: Zalim Batı düzeninde "tahakküm etmek" için kazanılır, Adil Ekonomik Düzende ihsan ve yardım etmek" için kazanılır. Zalim Batı düzeninde kazanandan herkes korkar, Adil Ekonomik Düzende kazananı herkes sever.
Kazanç - Üretim: Zalim Batı düzeninde "en çok kazanma ilkesi" vardır, Adil Ekonomik Düzende "en çok iş yapma ilkesi yani üretim" vardır. Zalim Batı düzeninde insanlar para karşılığı koşmaktadır, karşılıksız kâğıt para sahte altındır; Adil Ekonomi Düzeninde reel ekonominin peşinde koşulur, altının halikı ise tek olan Allah tır.
Karşılıklı Para - Karşılıksız Para: Bugünün putu ve en önemli problemi "karşılıksız para" yani karşılığı olmayan paradır. Çağımız dünyasında insan için ekonomide gerçekleştirilmesi gereken asıl ideal, gaye ve hedef, "karşılığı olan para" yani senettir. Bugünün ana meselesi, karşılıklı paranın yanında yer alıp karşılıksız paradan uzaklaşmaktır.
İnsan bu ideali gerçekleştirdiğinde, işte o zaman ekonomide sömürülmekten kurtulacak, küresel sömürü sermayesine değil, Yaratan a yani insanlığa/topluluğa hizmet etmiş olacaktır. İnsan çağımızda da çalışıyor ama sahte tanrılara hizmet ediyor