Eli kanlı Esed yönetiminin Türkiyeyi debelendiği kan gölünün içine çekme girişimlerinin tavan yaptığı bu süreçte İran hakkında yazdıklarımın bu sıcak gündemin psikolojisiyle okunmaması dileğiyle kaldığımız yerden devam edelim:
İranın İslam dünyasıyla ilişkilerine şöyle kuşbakışı bir bakalım:
Arap ülkeleri içinde sadece Suriye gibi kendisine "mezhep" noktasında yakın gördüğü yönetimlerle ilişkileri, diğer ülkelerle kıyak kabul etmeyecek bir ağırlık taşıyor. İranla "kardeşliğimizi" önemseyerek ilişkileri bu romantizm sarhoşluğu içinde görme ısrarında olanlara sorarım: Mısırla, Tunusla, Cezayirle, Fasla, Körfez ülkeleriyle İranın ne tür bir ilişkisi var
Ya Endonezya, Malezya ile
Denebilir ki: "Bu ülkelerin yöneticileri küresel emperyalizme partnerliği tercih ettiği için İranın bu ülkelerle kardeşane ilişki geliştirmesi beklenemez."
Elhak doğrudur. Bilhassa yukarıda adı geçen Arap ülkeleri için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha doğrusu "söyleyebilirdik". Şimdi "Arap Baharı" diye ifade edilen süreçte Mısırda "Şeriat yönetimi"ni açıktan ve yüksek sesle telaffuz eden bir ekip işbaşında bulunuyor. İranın bu ekiple ilişkisinin, daha doğrusu İranın bu ülkeyle arasına koyduğu mesafenin nasıl bir makul izahı olabilir Benzeri soruları Tunus, Libya vb. gibi ülkeler için de gündeme rahatlıkla getirebiliriz.
Orta Asya ülkeleriyle İranın bizim için "anlamlı" bir ilişki tarzı bulunduğunu söyleyebilir miyiz peki Buralarda kendisine yakın gördüğü etnik ve mezhebî gruplar üzerinden buralara "devrim ihracı", daha doğrusu "mezhep ihracı" gayretleri dışında İran buralarda ne yapıyor
Irak ve Afganistana gelince, İranın İslam dünyasının bu parçalarını küresel emperyalist güçlere resmen ve alenen "sattığını" kim inkâr edebilir İranı ve Suriyeyi konuşurken, yine İranın propaganda ettiği "direniş hattı" söyleminin Irak ve Afganistan bağlamında neye tekabül ettiği düşünülüyor mu Irakı İranın yardımıyla, "katkısıyla" işgal eden ABD İran sayesinde yanı başımıza konuşlanmış değil mi Nerede kaldı "direniş hattı" Bu "saflığın" izahı var mıdır
Bu soruları sorarken Saddamı ya da Karzaiyi olumladığımı söyleyecek kadar aklını peynir ekmekle yemiş kimse çıkmaz herhalde!!
Yine bu meseleyi konuşurken kafaları karıştıran iki noktaya daha parmak basmam gerekiyor:
Bunlardan ilki, merhum Erbakan hocanın İranı ziyareti ve bu ülkeyle ilişkilere önem vermesi. Elbette bu son derece önemli bir stratejinin ifadesiydi. D-8 gibi küresel bir proje söz konusuydu ve bu proje içinde İran, İslam dünyasının 7 büyük ülkesinin oluşturduğu yapı içinde yer almak zorundaydı. İranın bu proje içinde tek başına herhangi bir inisiyatif yürütmesi elbette söz konusu değildi.
Ama artık ne yazık ki ne Erbakan hoca var, ne de D-8i yürütecek bir başka irade. Dolayısıyla merhum hocanın kendi şartlarında anlamlı olan o girişimini değişen şartlar muvacehesinde İranın dümen suyuna girme tavrına gerekçe kılmanın akılla-mantıkla izah edilir yanı yoktur.
İkincisi: İran konusundaki eleştirilerimi, "mevcut hükümet doğru mu yapıyor" gibi bir savunma refleksiyle karşılamak son derece saçma. Bu tarz savunmacı söylemlerin meseleyi saptırmaktan başka bir anlamı olamaz. Bu tarz saçma sapan suçlamalarda bulunanlar herhalde HAMAS lideri Halid Meşalin Suriye yönetimi aleyhdarı tavrını da ABD ya da emperyalizm yanlılığı ile izah etmeye kalkmazlar!!1
Devam edecek