Giriş
Kur an-ı Kerim in Maraz diye tabir ettiği toplumsal
hastalıklarla karşı karşıyayız. Görünüre yansıyan toplumun iç dünyasında
(nefsinde) var olan bir marazın dışa vurmasından başka bir şey değildir. Geçen
yazılarda ele alıp incelediğimiz Rad 11 ve Enfal 53. Ayetlerinin biz söylediği
tam da budur. Öncelikle bu mesele ele alınmadıkça meselelerimizi çözme şansı
yoktur. O nedenle insan değişebilir mi Değişebilirse nasıl, neyle Sorularının
cevaplarını aramamız gerekmektedir.
Burada, insanın iki farklı yönüne dikkat çekilerek
insanın değişebilme özelliği ele alınacaktır.
İnsanın Yaratılışındaki Değişim ve Gelişim
Kur an ın anlatımını göz önüne aldığımızda insanın ilk
yaratılışı, basitten karmaşığa doğru değişen ve gelişen bir yol izlemiştir (1).
Allah, İnsanın yaratılışına dikkat çektiği ayetlerden biri olan Rum süresinin
30. Ayetidir:
O halde (ey Peygamber ve Peygamber e uyanlar) yüzünü
samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah ın fıtratına çevir ki O insanları
bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru
din (budur) fakat insanların çoğu bilmezler. (30/30)
Bu ayette Allah, insanı fıtrat üzere belli bir kanuniyete
sahip kılarak, yaratmıştır. Bu ilk yaratılış insanın maddi ve manevi, zihni,
psikolojik, tüm yönlerini kapsayan saf ve temiz bir yaratıştır. Allah, insanı
bu ilk yaratış kanununa göre üç temel yapıdan meydana getirmiştir: Maddi yapı
(toprak), Ruh ve bilgi. Bilgisayar lisanını kullanırsak, Donanım (toprak),
Yazılım (İsimlerin Öğretilmesi), Özel Enerji (Can, Ruh) kavramlarını
kullanabiliriz. En doğrusunu Allah bilir.
İnsanın ilk yaratılışı ile ilgili ayetler göz önüne
alındığında maddi (donanım) safhasının basitten mütekamile doğru bir değişim
geçirdiği görülmektedir (1): 1- Toprak Safhası (3/59); 2- Çamur Safhası (Secde
7, Sad 71), 3- Yapışkan Çamur (Saffat 11), 4- Havada Kurumuş Çamur (Hicr 28),
5- Şekillenmiş Balçık (Hicr 26-29), 6- Ateşte Pişmiş Çamur (Rahman 14).
Toprak safhasının bu tekamülünden sonra, Kur an ın tabiri
ile kendisine ruh üflenmiştir:
[15.28-9] Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen
kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona
secdeye kapanın» demişti. (Bak: 38/72)
Ruh konusunda genel olarak ne ayetlerde ne de hadislerde
bir açıklama bulunmamaktadır. Allah ın Ruhundan ne maksat edildiği açık
değildir. Buradaki ruh kavramı, hem özel enerji (can) hem de bilgiyi (yazılımı)
ihtiva etmiş olabilir. Bunu Allah bilir. Ancak Allah ın ruhundan bir Ruh
üflenmesi, insan ayrı bir değer ve mana kazandırmaktadır.
Diğer taraftan Hani Rabbin, Meleklere: «Muhakkak ben,
yeryüzünde bir halife var edeceğim» demişti. Onlar da: «Biz seni övüp-yüceltir
ve (sürekli) takdis edip dururken, orada fesat çıkaracak ve orada kanlar
akıtacak birini mi var edeceksin » dediler . (2/30) ayetinde ifade edildiği
şekliyle melekler topluluğunun bir serzenişte bulunmasından sonra; Ve Adem e
isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: «Eğer doğru
sözlüler iseniz, bunları bana isimleriyle haber verin» dedi. (2/31) ayetinde
Adem e isimlerin öğretilmiş olması, kendisinin özel bir bilgiyle-yetenekle
donatılmış olduğu anlamına gelmektedir. Buna bugünkü tabirle bilgi üretme
yeteneği, gücü (özel bir yazılım) diyebiliriz.
Bu üç kavram, hangi anlama gelirse gelsin Kur an a göre
insanın ilk yaratılışı basitten mükemmele doğru bir gelişim takip etmiştir. Bu
gelişim içerisinde insana tanınan bir serbest alan, seçim alanı bırakılmış
mıdır Sorusu, çok önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsanın İki Farklı Taban Tabana Zıt Yönü
Kur an da İnsanın ilk yaratılışını anlatan ayetlerde
dikkat çekilen en önemli noktalardan birinin, insanın en güzel ve aşağıların
aşağısı (esfeli sâfilîn) şeklinde tanımlanan, birbirine zıt, iki farklı
yönünün ya da özelliğinin onun bünyesine konulmuş olmasıdır:
Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.
Sonra da aşağıların aşağısına (esfeli sâfilîne)
çevirdik. (95/4-5).
En üstün güzel olanla en aşağı- en düşük olan arasında
(sınır değerler dahil) bir yapının var olması, ortaya ciddi bir mesele
çıkarmaktadır. Bu, bu kadar zıt özelliğe sahip olan bir insanın, iyiye ya da
kötüye yönelmesinin nasıl meydana geldiği, bu noktada ona bir seçme hakkının
verilip verilmediği, bir iradesinin var olup olmadığı meselesidir.
Bu sorunun cevabını Şems süresinin 7- 11. Ayetlerinde
bulabilmekteyiz:
Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, Sonra ona
fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene
(andolsun) .
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da
elbette yıkıma uğramıştır. (91/7-10)
Burada, ilk iki ayette, gene insanın birbirine taban
tabana zıt iki yönüne vurgu yapılmaktadır. Daha sonra ise nefsin
arındırılmasından ve bozulmasından bahsedilmiş olması, insana bir tercih
hakkının tanındığı ve bu tercihine göre bir yol tutacağı andolsun vurgusu ile
belirtilmektedir. Ayrıca ayetlerde nefsini arındıranların felah bulacağı,
bozanların da yıkıma uğrayacağının açıkça ifade edilmiş olması, Rad 11 ile
Enfal 53 ün farklı açılardan tefsiri olarak da yorumlanabilir.
İnsanda Kendini Değiştirme İradesi
Kur an da insanın bu iki yönüne vurgu yapan ayetlerde,
iki anahtar kavram olarak Kalp ve Nefs kavramları yer almaktadır. Bunların her
ikisinin iki farklı istikamette değişebilme özelliğine sahip olması, bize
İnsandaki değişim ve gelişimle ilgili çok önemli bir yol haritası vermektedir.
Bu ayetlerin analizini başka bir yazıya bırakarak insanın değişimine açıklık
getirecek birkaç hadisi burada ele alıp incelemekte fayda vardır.
84 (Huzeyfe:) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
Emanet (din, adalet duyguları) insanların kalplerinin
derinliklerine (yaratılışlarında, fıtrî meyiller olarak) konmuştur.
Sonradan Kur ân-ı Kerîm indi. (İnsanlar kalplerine konmuş
olan bu fıtrî temâyüllerin) Kur ân ve hadiste te yîdini buldular (2)
Bu hadiste bütün güzel özelliklerin, İnsan Kalbinin
derinliklerine yerleştirildiği belirtiliyor. Devamında ise Kur an ın bu fıtri
eğilimleri kuvvetlendirmek ve beslemek üzere indiği ifade edilerek Din ile
fıtrat, hayat tarzı ile fıtrat arasında bir ilişki kurulmaktadır. Bu nokta
gözden kaçırılmamalıdır.
İnsanın bu şekilde yeryüzüne gelmiş olmasına karşılık,
insanı saptırmak amaçlı olan şeytan ve taraftarları, onların kötülük yönüne
hitap ederek onları fıtrattan koparmaya çalışmaktadırlar. Aşağıdaki hadis bu
noktanın çok güzel bir açıklamasıdır:
5900 - Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:
Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi
size öğretmemi emretti. (Ve buyurdu ki): Benim bir kula verdiğim her mal
helaldir.
Ben bütün kullarımı hanif (=müslüman, hakka taraftar)
olarak yarattım.
Ancak şeytanlar onlara gelip (fıtri) dinlerinden alıp
götürdüler,
kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar.
Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını
emrettiler (3)
Hz. Peygamber, bu şekilde bir saptırma hareketini Kalbe
atılan fitnelerle ve onlara verilen tepkilerle açıklamaktadır:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi,
(insanların kalbine) çubuk çubuk atılır.
Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke
hasıl olur.
Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl
olur.
Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar:
Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna
hiçbir fitne zarar vermez.
Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi
gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşeri
değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir. (4)
Fitnelerin kalpte siyah bir nokta meydana getirmesi ile
insanın ona karşı verdiği tepki arasında Hz. Peygamber bir ilişki kurmaktadır.
Fitneye karşı anında verilen olumlu cevap, kalbi temizlerken; onu iyilik
güzellik yönünde harekete sevk etmektedir. Bu kalp beyaz olup İnsanı daima
iyiye doğru götürmektedir. Eğer fitneye tepki verilmeyip kabullenilirse,
benimsenilirse o takdirde de, Kalp gittikçe kararmakta ve insanı esfeli
salihine doğru bir seyahate götürmektedir. Bu kalp alaca olup ne iyi iyi ne de
kötüyü kötü bilmekte; hevanın etkisi altında şuursuzca hareket etmektedir. Bu
hadiste konumuz açısından en önemli nokta fitnelere verilen cevapların insanı
iradesine bağlanmış olmasıdır. Değişim iradesinin bizzat kendine verilmiş olmasıdır.
Aşağıda ki hadiste, Melek ile Şeytanın insanı etkilemek
üzere bir mücadele içinde bulundukları ifade edilmektedir:
507 - Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine
birtakım şeyler atarlar.
Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan
şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır.
Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten
uzaklaştırmaktır.
Kim içinde hakka, hayra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa
bilsin ki bu Allah tandır ve hemen Allahu Teala ya hamd etsin.
Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa
ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah a sığınsın. (5)
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Meleğin çağrısına
olumlu cevap verilmesi ve bunun Allah tan bir yardım olduğunun ifade edilmesi
ile Allah ın insanı, iyiye güzele doğru yönlendirme noktasında yardımcı
olduğudur. Şeytanın çağrısı ile ilgili de Allah ın şeytanın vesvesesinin ret
edilmesini isteyerek insanı uyardığını, dolayısıyla insanın iyiye güzele gidiş
noktasında ona yardımcı olduğunu görmekteyiz.
Her iki çağrıya verilecek cevabın, insanın özgür iradesi
ile yapılacağına işaret edilmesi, fert ve toplumsal değişimin nirengi noktasını
teşkil etmektedir.
Kaynaklar
1- Bayraklı, B., Kuran da değişim, gelişim ve Kalite
Kavramları, M.Ü. Vakfı, IFAV, İstanbul, 1999, S: 17-34.
2- Buhârî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, İman 230, (143);
Tirmizî, Fiten 17, (2180); İbnu Mâce, Fiten 27, (4053).
3- Müslim, Cennet 63, (2865).
4- Buhari, 4733
5- Tirmizî, Tefsir, (2991). Buharı 507