Müslüman kimliğini önemseyen her ferdin içinde bulunduğumuz durumdan şikâyetçi olmaması mümkün değil. Bunu sadece fert bazında değil, hem ülke hem de tüm Müslümanları kapsayacak boyutta ele almış olsak bile aynı sonuca ulaşıyoruz. Çünkü kendimize dönüp baktığımızda durduğumuz yer, olmamız gereken yer değildir. Bunun nedenleri üzerine düşünmemiz, bir çıkış yolu aramamız açısından önemli bir adımdır. Bugün yaşadığımız vasatta hatta son iki yüzyıllık serüvende Müslüman kimliğini önemseyenlerin en büyük hatası, hesaplaşmayı ve hesaplamayı doğru bir şekilde yapamamış olmalarıdır.

Peki, hesaplaşmayı ve hesaplamayı ihmal ettik derken aslında neyi kast ediyoruz? Arayışımızı bu istikametten başlatmamız mevzunun anlaşılabilmesi açısından önemlidir.

Hesaplaşmayı geçmişin izinde ve yaşananların gölgesinde değerlendirmek gerekecektir. Hesaplamayı ise geleceğe dair bir vizyon olarak ele alabiliriz. Bu iki ayrımı ifade ettikten sonra hesaplaşmayı iki farklı muhatap üzerinden değerlendirmemiz gerekiyor. Birincisi kendimizle, tortularımızla, hatalarımızla, fikri ve fiili tembelliğimizle hesaplaşmaya cesaret edemeyişimizdir. İkincisi ise kendi dışımızda oluşan dünyayla, fikirlerle ve eylemlerle hesaplaşmaya gerek duymayışımızdır. Bu iki farklı hesaplaşmayı yapamayışımızın sonucu taklittir.

Çünkü geçmişte yapılan hatalarımız üzerinden tecrübeler inşa etmezsek hatalarımızı olağan akışa çeviririz. Bu da bizi hatalarımızın esiri olmaya götürecektir. Geçmişin tortuları böyle birikiyor. Üzerinde biraz düşündüğümüzde hatalarımızla yüzleşme fırsatını yakalayacağımız halde, biriktirdiğimiz tortuların konfor alanını terk edemiyoruz. Bu fikri ve fiili tembellik hali geçmişin günümüze kutsanarak taşınmasına neden olacaktır. Bu taklitçi zihin yapısı geçmişle hesaplaşmadığı gibi günümüzde yaşananlarla da hesaplaşacak cesareti ve yetkinliği kendinde görememektedir.

Zamanın ruhunu yakalamadığımız ve günümüzde yaşanan hayata bir katkı sunamadığımız sürece zamana ve hayata istikamet verenlerle hesaplaşma gücüne sahip olmamız mümkün değildir. Bugüne kadar yaptığımız hesaplaşma çabaları reddetme, yok sayma ve kötüleme üzerine kurulmuştu. Dışımızdakilerin ortaya koyduğu bilgiyle, değerle, fikri üretimle ve yaşam biçimiyle hesaplaşabilecek donanımını kendimizle ve geçmişimizle hesaplaşamadığımız sürece elde etmemiz mümkün değildi. Bundan dolayı geçmişin taklidi kendi dışımızda oluşan dünyanın taklidiyle sonuçlanmıştır.

Karşılaştığımız sorunların sadece geçmişten yansıyan boyutları yok. Aynı zamanda geleceğe yansıyan boyutlarını da ele almamız gerekecektir. Bu anlamda Müslümanların en büyük çıkmazı geçmişi kutsadıkları gibi bugünü gelecekten daha çok önemsemeleridir. Kısa vadede tatmine ulaşma arzusu geleceğe dair yapılabilecek hesabı da engellemiştir. Günü kurtarma telaşı yarını inşa etmekten alıkoymuştur. Bundan dolayı her yarın geldiğinde yine o günü kurtarmaktan başka bir çaremiz kalmıyor ve nihayetinde yine yeni yarınları heba etmiş oluyoruz.

Hem fert hem de toplum düzeyinde hesaplaşmayı ve hesaplamayı ihmal etmememiz gerektiğini bugün içinde bulunduğumuz durumdan daha net olarak anlayabiliyoruz. Muhafazakâr refleksler hesaplaşmanın, pragmatist refleksler ise hesaplamanın önünde set oluyor. Geçmişten geleceğe yol açabilmemiz için hem fikri hem de fiili anlamda zinde kuşaklara ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Yeni kuşakları geçmişin tortularına ve günümüzün haz dünyasına heba etmeden önlerini açmamız bir başlangıç olmalıdır.