Tarihe baktıkları açı itibari ile birbirine zıt ama kullandıkları metod itibari ile birbirlerinin kopyası olan bu iki zavallı zümrenin buluştuğu ikinci husus ise okumadan araştırmadan olanı değil olmasını istediklerini kafalarından uydurarak tarih diye ortalarda anlatmalarıdır.
Bizim ülkemizde iki tür tarihçi ve tarih anlayışı vardır. Biri sistemi kutlamak, kutsamak, baş tacı etmek uğruna cumhuriyet öncesi var olan her düşünceye ve her gelişmeye mesafeli ve eleştirel durmayı tarihçiliğin ve davaya sadakatin bir gereği gibi görenler, diğeri ise sistemin doğru kabul ettiği ve kitaplara koyduğu her bilgiyi ve her hadiseyi yanlış kabul edip alternatifini üretenler…
Bu iki düşünceye sahip ve isimlerinin önüne “tarihçi” yalanını ekleyen her iki tarafın zavallı tarih simsarlarının buluştuğu ortak iki nokta vardır. Buluşulan birinci nokta; Toptancılıktır. Bu iki grup, savunduğu fikri ve kişiyi her şeyi ile her yaptığı ile ilme ve hakikate ters düşmek pahasına dahi olsa savunur ve bu doğru, bu yanlış analizine girmez. Ya da tam tersi incelemeye çalıştığı kişi ya da hadiseyi her şeyi ile reddeder ve lanetler.
Çünkü Analitik tarih ve Tarih sosyolojisi kavramlarından bîhaberdirler. Birine göre Sultan Abdûlhamid Han zındığın, din tacirinin, yobazın tekidir ve hatta kan göllerinde banyo yapmayı seven kızıl sultandır, diğerine göre ise Abdulhamid Han, yedi evliya gücünde, her şeyden haberdar bizzat Allah ile görüşüp, Allah adına karar verebilen, 33 senelik iktidar hayatında bir kez olsun yanlış yapmayan zamanın kutbu, evliyaların şahıdır.
Tarihe baktıkları açı itibari ile birbirine zıt ama kullandıkları metod itibari ile birbirlerinin kopyası olan bu iki zavallı zümrenin buluştuğu ikinci husus ise okumadan araştırmadan olanı değil olmasını istediklerini kafalarından uydurarak tarih diye ortalarda anlatmalarıdır.
Buyurun bu iki saçma güruhtan uyduruk tarih bilgileri;
Sistemin “Toptancı” tarihçisi diyor ki; Mustafa Kemal pusulası bozuk, su alan, köhne bir taka ile Osmanlı Hükümetinden ve işgalci güçlerden gizlice kaçarak Anadolu’ya geçti ve hiç kimseden güç almadan kendi başına bu vatanı kurtardı.
Bu zavallıya cevap vermek isteyen öteki tarafın zavallısı da diyor ki;
Sultan Vahideddin Han, memleketi kurtarsın diye Mustafa Kemal’i görevlendirdi ve ona harcamalarında kullanması için kırk bin altın verdi. Evet evet yanlış okumadınız. Kırk bin altın. Sultan Vahideddin Han’ı aklamak pahasına olmayan ve yaşanmayan bir tarih uyduran bu zavallı ne yazık ki dört işlemlik kadar dahi hesap bilmiyor. Zira, bir altın 8 gramdır. Kırk bin altın ise 320 kilo yapar. Şimdi insanın aklına bir soru geliyor; o gün itibari ile Osmanlı hazinesinde, hazineyi kontrol etmekle görevli düşman kontrol memurlarından gizlice çıkartılabilecek ve eksikliği hissedilmeyecek 320 kilo altın var mıydı Varsa nasıl hazineden çıkartıldı, gemiye yüklendi ve Kız Kulesi’nin önünde 4 saat süren bir İtalyan kontrolünde bu yarım tona yakın altın nasıl bulunmadı İşin en vahimi böylesine devasa bir servetten, neden bu serveti veren Sultan Vahideddin Han, bu serveti teslim alan Mustafa Kemal Paşa ya da bu el değişimini gerçekleştiren hazine bürokratları hatıralarında tek bir satır dahi olsa bahsetmiyor Bu yarım tona yakın altından veren, alan ve şahit olanlar bahsetmezken, kitabında bundan bahseden bu zavallı güya Sultan Vahideddin Han’a iyilik yapmaya çalışan tarihçi bu yalanı yazmaya utanmadı mı
Sistemin yıkama yağlamacılığı görevini gönüllü üstlenen güruhun zavallı temsilcisi zihinlerdeki Osmanlı imajını yıkmak için dünyanın kendisini “Muhteşem Türk” ismini yakıştırdığı ve 46 sene hüküm süren Kanuni Sultan Süleyman Han’ı haremde cariye kovalamakla ömrünü geçiren bir sapık gibi gösterirken, karşısında bulunan ve silah anlamında esasında aynı silahı kullanarak topyekün kutsallaştıran güruh da hemen korumaya geçer ve Kanuni’nin 44 buçuk sene at sırtından inmediğini ve cepheden cepheye koştuğu yalanını söyler. Bu iki güruhun da tarih satan yalakaları acaba aynaya baktıklarında kendilerinden utanmıyorlar mı ...
Yine kendisini sistemin bekçisi zanneden ve sistem tarafından profesörlük makamı ile ödüllendirilen bilgisi ilimden gayrı kendinden menkul bir zevat çıkıyor ve diyor ki; Osmanlı padişahları nikahsız beraberliklerden meydana geldikleri için hepsi “veled-i zina”dır. Onun karşısında oturan ve ona cevap vermek vazifesi üstlenen gayri ilmi tavırlı profesör kişi de bu iddiayı çürütmek için saçmalamanın ve cehaletin şaheserini yaparak;
Olur mu efendim öyle şey Hanım sultanlara nikah kıyılırdı diyor!!!
Padişahların hanımlarına “hatun, kadın, haseki, ikbal, kadınefendi” gibi yüzyıllara göre değişen unvanlar verilmişti ama hiçbir padişah hanımı “hanım sultan” değildi. Her şeyi bildiğini zanneden o hanım profesöre “ki Murat Bardakçı’ya göre bu hanım profesörlüğü manavdan ya da kasaptan almıştır” cevap yetiştirmeye çalışan yine profesör ünvanlı beyefendinin de bundan haberi yoktu. Padişahın ya da şehzadenin kızından olma kız torunu demek olan hanım sultan unvanını padişah hanımı zannediyor ve böyle savunuyordu. Cehalet bu kişilerin paçalarından akmaktadır.
Yine bir sistemci, Sultan Vahideddin Han’ı, cumhuriyet döneminde yapılan meclis araştırmaları ve tutulan zabıtlarla aklanmasına rağmen memleketten çıkarken hazineyi soymakla suçlarken karşı tarafın tarihçisi, Sultan Vahideddin Han’ın gittiği İtalya San-Remo’da açlıktan çöplerdeki ekmekleri toplayarak yediğini söyler. Her iki güruh da bu yalanları sıralarken hiç utanmazlar.
Türkiye’de senelerce muhafazakârlara kitap satarak tarih uyduran zevattan biri diyor ki;
Esasında Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşları esnasında öldü ve İngilizler Türkiye’de yapmak istedikleri reformları yine bir Türk eliyle yapmak için ölen gerçek Mustafa Kemal’in yerine sahte bir Mustafa Kemal uydurdular ve onu sahaya sürdüler. Ve bu sahte Mustafa Kemal de Türkiye’de İngiltere ajanı olarak dini ortadan kaldırdı.
Hiç yanlış okumadınız. Kanımızı donduracak kadar saçma olan bu iddiadan daha vahim bir şey söyleyeyim; Bu facia boyuttaki korkunç yalanı ortaya atan güya gayri resmi tarihçi, bu yalanlarla dolu kitaplardan kazandığı paralarla boğazda dubleks villalarda yaşamaktadır.
Atatürk muhtelif yerlerde din hakkındaki düşüncelerini ve durduğu mesafeli bakışını rahat bir şekilde açıklarken Atatürk’e rağmen Atatürk’e sansür koyarak Atatürk’ü “güya” korumaya çalışan sistemci tarihçiye göre Atatürk, son derece dindar ve mü’min bir kişilik.
Kemalizm’i kutsayan tarafa göre milli mücadelenin tek kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu tarih cahili zümreye göre, askeri sınıfı itibari ile kazanılan zaferle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, karacı piyade subayı olan Mustafa Kemal Paşa’yı 18 Mart 1915’te gerçekleşen Çanakkale Deniz Zaferi’nin tek kahramanı olarak görür İşin komedi boyutu ise Mustafa Kemal piyadedir ve 18 Mart’ta kutlanılan zafer ise bir deniz savaşının zaferidir. Üstelik eğer o olmasaydı bizim babamız da başka biri olacak ismimiz de ya Venizelos ya da Corç olacakmış. Bu tüyleri diken diken edecek saçma sapanlığın karşısında diğer camianın tarihçisi de şunları söyleyecektir;
…Mustafa Kemal ne yaptı ki Çanakkale Savaşları’nda Mustafa Kemal’in hiç etkisi yoktu. Zaten rütbesi de yarbaydı ve pasif bir görevde bulunuyordu. Zaferin asıl sahibi Fevzi Çakmak ile Kazım Karabekir’dir. Adama sormazlar mı ey tarih tüccarı, Mustafa Kemal bu kadar pasif ve silik bir adamsa neden Sultan Vahideddin Han yüzlerce paşanın içinden en düşük paşa rütbesine sahip ve henüz yaşı 38 iken: “Paşam, siz Çanakkale’den İstanbul’u kurtardınız” deyip Milli Mücadele için onu görevlendirdi .. Hem diyorsunuz ki, Mustafa Kemal pasif adamın tekidir. Hem de diyorsunuz ki; Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Sultan gönderdi!!! Peki neden .. Neden o kadar şanlı paşa varken onu görevlendirdi Kendi kendinizle çelişmek sizlere ne de güzel yakışıyor.
Kendini Müslüman talebe yetiştirmekle görevli hisseden muhafazakar dünyanın büyük köşe taşlarından birini herhangi bir okula öğrencilere tarih anlatması için çağırsanız duyacağınız cevap şu olacaktır; Menajerimle görüşün.
Onu arasanız, size verdiği bir hesap numarasına çapınıza göre ve çağırıldığı yerdeki duracağı süreye göre 600 lira ile 5000 lira arasında bir rakamı yatırmanız gerektiği cevabı duymanız kaçınılmaz bir cevap olacaktır.
Hülasa;
Ayakların baş olduğu bu dönemde, ilimden, irfandan, kültürden, tarihten, hakikatten, namustan, ciddiyetten, kaynaktan, sosyolojiden ve psikolojiden uzak olan bu iki tarafın kendini tarihçi olarak gören acınası cahillerinin elinden tarih ilmini kurtarmak, her namuslu ilim ehlinin vazifesidir.
Muhabbetle…
Hiçbir yorum yapmadan sadece belgeyi veriyoruz. Atatürk 1937’de meclis kürsüsünden aynen şunları söyledi; “Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
Atatürk bir ayet başlangıcı olan “İkra Bismirabbike” vurgusunu izah ediyor...
Televizyon ekranlarını yalan yanlış bilgilerle yazılan ve halka gerçekmiş gibi anlatılan tarihi filmler doldurdu. İşin utanılacak tarafı ise bu filmlerin tarih danışmanları Türk Tarihi Bilimi içinde akademik kadroları dolduranlar tarafından yapıldı.
İslam Hukuku ve Cariyelik kurumu hakkında
BİR ŞEY bilmediği her halinden belli olan bu profesör Osmanlı Sultanlarını “Veled-i Zina” ilan etmişti.
Cevat Paşa gibi cumhuriyetten sonra devrimlerden dolayı hakim kadro ile yolları ayrılan bu yüzden kitaplardan çıkartılan Selahattin Adil Bey, Esasında İstanbul’un düşman işgalinden kurtulması 6 Ekim değil, 2 Ekim 1923’tür şehri teslim alan da Ankara Hükümeti adına Refet Bele değil, Selahattin Adil Bey’dir.
Son günlerin en moda tarih yalanı. Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’la Mimar Sinan arasında yaşanan aşk yalanı birlerine güzel para kazandırdı. Halbuki bu iki tarihi karakterin hayatları boyunca birbirlerini bir kere dahi gördüğüne dair elimizde belge yok.