Son günlerde yaşanan siyasi belirsizlik ve Ergenekon bizi geçmişi sorgulamaya sürüklemiştir. Son olaylar bize göstermiştir ki; sistem, raydan çıkan ve kendi beğenmedikleri kişileri iktidara getiren halka bir anlamda ceza veriyordu. Halk, onların istemediği kişileri seçmemeliydi. Eğer seçerse bir şekilde cezalandırılmalıydı. Çünkü bizim Cumhuriyetimizde maalesef cumhur olan halk yoktu. Bizim cumhuriyetimizde Demos yoktu. Sadece krasi vardı. Yani, belli bir seçkinler zümresine hizmet ediyordu yığınlar.

Türkiye’yi kuran kadrolar, ülkeyi kendileri ve bir avuç mutlu azınlık için kurtarmışlardı. Onlar, sonsuza dek sürecek 28 Şubatlar dilemişlerdi. Yani saadet zinciri dilemişlerdi. Halk, sadece onlara kul ve köle olacaktı. Halkı Padişahın kulları olmaktan çıkarmışlardı bu yetmez miydi onlara Fakat halk şimdi de onlara kul köle olmuştu. Zaten bu halktan başka bir şey beklenmezdi.

Halk, sergilenen bu oyunu feraseti sayesinde bilmekte ve tepkisini önüne konulan her sandıkta onların istemediği kişileri seçerek ortaya koymaktadır. Bir Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi, onlara halka gitmenin ne kadar tehlikeli olduğunu, kendi mutluluklarını bozacağını göstermişti. Bu nedenle çok partili hayata geçiş denemelerini uzun bir süre durdurmak zorunda kalmışlardı. Çünkü halk henüz demokrasiye hazır değildi. Yani aslında halk onları gönderebilirdi.

Tarihimiz, halkın sürekli silah ve askerle sindirildiği bir tarih değil midir Osmanlı’yı kuran (geliştiren desek daha doğru olur) Yeniçeri ordusu, ülkenin gerçek sahipleri kendileri olduğunu düşünmeye ve her fırsatta siyasi iradeye müdahale ederek sudan sebeplerle darbe yapmaya başladı. Halk bir süre sonra bu darbelerden bıkmaya ve sistemi tıkayan bu oluşuma, kendi ordusuna tepki göstermeye başladı. Bizzat kendi ordusunu ortadan kaldırdı. Bu olay, tarihimizin sadece Menderes’ten ibaret olmadığını gösteren en büyük olaydır. (Yani sadece askerlerin yöneticileri astığı bir olay olmayıp, halkın gerekirse kendi ordusunu yok ettiği bir geçmişe sahip olduğumuzu göstermektedir. Yani bardağın taşması durumunda kesip atmasını bilen bir halk vardır aslında)

Her siyasi oluşuma veya sistemle her mücadele etmeye çalışan siyasi partilere Menderes’i tehdit olarak gösterenlere karşı verilecek en önemli cevap, tarihimizde farklı örneklerde olduğu şekilde olacaktır. Bu halk, gerekirse en güzide evlatlarını bile feda etmekten çekinmemektedir.

Cumhuriyeti kuran yönetici elit, maalesef Anadolu kökenli değildir. Bunların birçoğu Balkan kökenli veya artık Anadolu’dan kopmuş insanlardır. Ülkeyi belkide görünen düşmandan kurtarmışlardı. Fakat kurtardıkları halkı tanımıyorlardı. Aslında onlar bu halka yabancıydılar. Onları en iyi anlayan da daha çok azınlıklar ve dünün devşirmeleriydi. Çünkü o azanlıklarla ve devşirmelerle ortak bir damar bulmuşlardı. O damar da, Anadolulu olmamaydı. Fakat bir diğer yönü de bu elit tabakanın kendi asli topraklarını kaybederek Anadolu’ya sığındıklarıydı. Bu nedenle toprağın kıymetini iyi biliyor, topraksız ve vatansız olmanın ne demek olduğunu Anadolu halkından daha iyi biliyorlardı. Bu durum, onların Anadolu’ya sahiplenmeye ve onun düşman eline geçmemesi için mücadele etmelerine yol açmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti, aslında halk tarafından yönetilmemekte olup, Osmanlı’dan tevarüs eden devşirmeler tarafından idare edilmektedir. Bugünkü iktidar seçkinlerin çoğu (buna medya ve sanayici seçkinleri de dahil edebiliriz veya daha yaygın bir deyimle sabataisttirler. Fakat bu kelimeyi kullanmak istemiyorum. Çünkü her din değiştireni biz sabataist veya dönme olarak düşünürsek İslam’ın kardeşlik ilkesini hiçe saymış oluruz. Müslüman olan artık bizim kardeşimizdir. Geçmiş, geçmişte kalmıştır.) o devşirmelerin çocuklarıdır. Bu nedenle halka ve onun değerlerine yabancıdırlar. Onlar için Anadolu ve Türkiye feda edilmeyecek bir değer değildir. Yeri geldiğinde şahsi çıkarları uğruna onu feda edebilir veya bölünmesine göz yumabilirlerdir.

Yıllarca bu seçkinci elitler tarafından doğu ve güneydoğu Anadolu ihmal edildi. Yatırımlardan mahrum bırakıldı. Çünkü onlar, yeri geldiğinde bu bölgeleri feda edecekleri bir yer olarak gördüler. Onlar için halkın tümü değil, iktidarlarını sürdürecekleri İstanbul ve çevresi yeterliydi.

Bu ülke, ikinci Mahmut’tan beri Türkler tarafından değil, devşirmeler tarafından yönetilmektedir. Hatta bu süreci daha eskilere de uzatabiliriz. Fakat maalesef, Türk halkı henüz uyanmış değildir. Ülkeyi kendilerinin yönettiğini sanmaktadırlar. Bayraklarının, milli marşlarının olması, resmi dilinin Türkçe olması onları aldatmaktadır. Kürtler de maalesef, Türklerin kendilerine baskı uyguladığını sanarak bu kavme karşı olumsuz duygular yaşamışlardır. Seçkinci elitte bu durumdan yararlanarak ülkenin iki asli unsurunu yıllarca kendi siyasi bekaları için karşılıklı kullanmıştır. Ama artık uyanma zamanı gelmiştir. Bu halk yıllarca uyutuldu. Ülkeye, yani kendi ülkelerine sahip çıkmalıdırlar.

Ülkeye sahip çıkma, sadece bir siyasi var oluşla değil, bir duruş, söylem ve ekonomik güçle de sağlanmalıdır. Bu ülke ve içindeki güzide insanlar, gerçekleri gördüklerinde, yani sanal bir cennette yaşadıklarının farkına vardıklarında, bu ülkenin kendileri tarafından değil de harici güçler tarafından idare edildiğini anladıklarında gerçek kurtuluş sağlanmış olacaktır. Bu kurtuluş, aynı zamanda tüm İslam dünyasının da kurtuluşu olacaktır. Çünkü yiğit düştüğü yerden kalkar.

Bu bağlamda son olayları değerlendirdiğimizde, hiç de garip karşılamamamız gerekmemektedir. Halk egemenliği, birilerinin saltanatını bozacaktır. Bu saltanatın bakası için canların verilmesi gerekiyorsa onu da vermeye hazırlanarak kaos oluşturmayı amaçlamışlardır. Çünkü her kaosta onlar daha da güçlenmektedirler. Böylece içe kapanarak, halkın nefes almaları engellenecektir.

Seçkinci zümrenin en büyük korkusu halkın bir gün bu gerçeklerle uyanmasıdır. Uyanan bir Anadolu halkı, yeniden soluğu Viyana önlerinde alabilir.