Muhterem Okuyucularım!
Hepinizi kalbî muhabbetlerimle selâmlıyorum.
Şu geri kalan ömrümüzün Rabbimizin razı olduğu ve kabul ettiği kâmil iman ve o imanın gereği olan salih amel, ibadet ve taatle birlikte sıhhat, afiyet ve ferahlık içerisinde geçirilmesinin duası, temennisi ve niyazı ile yazımıza başlıyoruz.
İlâhî! Hamdini sözüme sertâc ettim, zikrini kalbime mi’râc ettim, kitabını kendime minhâc ettim. Ben yoktum, var ettin, varlığından haberdâr ettin, aşkınla gönlümü bîkarâr ettin, inayetine sığındım, kapına geldim, hidayetine sığındım, lutfuna geldim, kulluk edemedim, affına geldim. Şaşırtma beni, doğruyu söylet, neş’eni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, Sen söyletmezsen ben söyleyemem, Sen sevdirmezsen ben sevemem. Sevdir bize hep sevdiklerini, Yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini. Sevdin habibini kâinata sevdirdin, Sevdin de hil’at-i risaleti giydirdin. Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmûd’a erdirdin. Server-i Asfiyâ kıldın. Hatem-i Enbiyâ kıldın. Muhammed Mustafa kıldın. Salât ü selâm, tehiyyât ü ikram, her türlü ihtiram O’na, O’nun Âl ü Eshab ü Etbaına ya Rab!
Haccın mahiyeti
“Hac” kelimesi Şer’an: İmkânı olan Müslümanların belirlenmiş zamanı içinde; Kâbe, Arafat, Müzdelife ve Mina gibi belirlenmiş mekânlarda belli dînî görevleri şart ve usûlüne uygun olarak yerine getirmek suretiyle yapılan ibadeti ifade eder. Bu ibadeti yerine getirene “Hâc = Hacı” denir. Çoğulu “Huccâc”dır.
Haccın farziyeti
Hac, İslâmın rukünlarından yani beş temel esasından birisidir. İslâmın rukünlarının tamamlanması ve kemale ermesi hac ile olmuştur. Çünkü Veda haccında, Cuma günü ikindiden sonra Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz Arafat meydanında devesinin üzerindeyken:
“… İşte bugün size dininizi ikmal ettim, kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim, razı oldum…” âyet-i kerimesi nazil olmuştur. Bu sebeple kişi farz haccını yapmadıkça, dinini kemale erdirmiş olamaz. Hac, ne büyük ibadettir ki, eda edilmezse din kemâlini kaybediyor.
Hac, dinen belli bir zamanda Mekke-i Mükerreme’de bulunan Kâbe, Arafat, Müzdelife ve Mina gibi kutsal mekânlarda, mübarek yerlerde ve milyonlarca Müslümanla birlikte, hem mal hem de bedenle yapılan ve aynı zamanda birçok zorluklara katlanmayı gerektiren ve farz olarak ömürde bir defa yerine getirilen bir ibadettir. Asr-ı saadetten günümüze kadar her ülkeden Müslümanlar, her türlü meşekkati göze alıp kutsal topraklara gelerek hac ibadetlerini sabırla, aşk ve şevkle ifa etmişlerdir.
Çünkü Beytullah’a ulaşmak, çevresinde pervane olmak, O’nun gölgesinde alnımızı secdeye koymak, yaşlı gözlerle onu temaşa ederek, ellerimizi semaya kaldırıp Rabbimize dua etmek, coşkulu gönüllerde akan sele karışmak, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin ayak bastığı yerlerde dolaşmak arzusu, bütün Mü’minlerin gönüllerinde iyice yerleşmiştir.
Hac, hicretin 9. yılında farz kılınmıştır. Gerçi Müslümanlar daha önce de hac yapmışlardı. Fakat bu, farz olduğu için değil, bilakis Hz. İbrahim (A.S.)ın dinindeki mevcut meşruluğu üzere yapılmış idi. Çünkü hac, bilindiği şekliyle Hz. İbrahim (A.S.)a kadar uzanmaktadır. Kur’an-ı Kerim ve hadîs-i şerifler bize, Hz. İbrahim (A.S.)ın haccından, insanları hacca çağırmasından bahsetmekte, Kâbe’nin ve hac Menâsikinin tarihçesine işaret etmektedir.
Haccın farz olması: Kitap yani Kur’ân-ı Kerim, Sünnet ve İcma-ı Ümmet ile sabittir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Ona bir yol bulabilenlerin, gücü yetenlerin Beyti hac ve ziyaret etmesi ALLAH Teâlâ’nın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Haccın farz olduğunu kim inkâr ederse bilmelidir ki, ALLAH Teâlâ bütün âlemlerden müstağnidir, kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur.”
“Bütün insanlar içerisinde haccın farz kılındığını ilan et ki! Gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun-argın, zayıf düşmüş develer üzerinde sana gelsinler.”
“Hac ve umreyi ALLAH Teâlâ için tamam yapınız…”