GÜNDEM o kadar hızlı değişiyor ki, hızına yetişmek neredeyse imkânsız gibi. Terör ve kriz dalgaları üst üste geliyor. Bunlara çözüm bulma noktasında atılan adımlar bile bir anda yeni bir kriz alanı olarak gündeme düşebiliyor. Kriz içinde kriz olarak adlandırılabilecek bu durumun son örneklerinden biri de Türkiye-İran arasında yaşanıyor.

10 Ağustos Pazartesi günü basında yer alan haberlerde İran Dışişleri Bakanı Zarif’in Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’yla görüşeceği, hatta çantasında “Yeni Suriye” haritasının olduğu bile iddia ediliyordu.

“Yeni Suriye” ile birlikte “Yeni Ortadoğu”nun Türkiye-İran arasında tanzimini esas alan bir görüşmenin olacağı iddialarını da gündeme taşıyan haberlerde, Zarif’in Ankara sonrası Lübnan ve Rusya’ya gideceği, Suriye’de Sünni ve Nusayri bölgelerinin ayrılmasını isteyeceği, Lübnan sınırı ve Tartus Limanı’nın Suriye Devlet Başkanı Esad’ın elinde kalmasını talep edeceği öne sürülüyordu.

Bu bir anlamda Suriye’nin taksimi üzerinden yeni bir Kasr-ı Şirin ya da Kasr-ı Şirin’de revizyon anlamına geliyordu.

İran-ABD/Batı yakınlaşmasının burada kolaylaştırıcı bir rol oynadığı, Rusya’nın içinde bulunduğu durumdan dolayı İran’ın bu krizi daha fazla devam ettiremeyeceği, Şii jeopolitiğinin çatışmadan ziyade işbirliğiyle genişletebileceğine yönelik yeni bir konjonktürün belirdiği ve bunun Tahran tarafından değerlendirilmesi gerektiğine yönelik bir takım analizler de önemli bir yer tutuyordu.

Bunun dışında, İran’ın nükleer anlaşma sonrası bölgede etkinliğini arttırma olasılığının Türkiye’yi rahatsız ettiği, bundan dolayı Ankara’nın Washington ile arasındaki krizi çözerek yeni bir işbirliği sürecini başlatma kararı almasının da İran’ı ön alıcı bir takım adımlar atmaya mecbur kıldığı, Türkiye’nin içinde bulunduğu terör ortamının ve yürüttüğü mücadelenin de yeni bir işbirliği sürecine zemin hazırladığı iddialar arasındaydı.

PKK ve IŞİD terör örgütlerinin bölgede her iki ülkeyi tehdit etmesi iki başkenti yeni bir Sadabat sürecine sürükleyebilirdi. Dolayısıyla, ziyaretten beklentiler fazlasıyla yüksekti.

Fakat olmadı!

Yine basından öğrenebildiğimiz kadarıyla İran’ın son dakikaya kadar Türkiye’ye yönelik basın üzerinden yürüttüğü kampanyanın ve hatta Zarif’in Türkiye’yi dolaylı olarak itham eden bir makalesinin burada etkili olduğu görülüyor. Bakan Zarif’in makalesinin içeriği kadar, Türkiye’de yayımlatıldığı gazete de bir o kadar dikkat çekici.

Bakan Zarif’in makalesinden öne çıkan başlıklara bakıldığında, BOP ve ABD üzerinden Türkiye’nin de bu süreçten sorumlu tutulduğu görülüyor.

İlgili cümle aynen şöyle: “...Yine aşırıcı unsurlar Suriye krizi esnasında bölgede bulunan bireyler, kuruluşlar ve hükümetlerden aldıkları desteklerin yardımıyla müsait bir ortam elde edip, sahte dava ve ideallerle dev bir yapıya dönüştüler ki, bugün bu unsurlar hatta kendi kurucularını ve destekleyenlerini bile tehdit eder hale gelmiştir.”

Cümle dikkatlice okunduğunda Zarif’in gelişmelerden sorumlu tuttuğu bölge ülkelerinin, hükümetlerin ve bireylerin kimler olduğu rahatlıkla görülebiliyor.

Zarif krizinde etkili olan bir diğer önemli haber ise, İran Resmi Haber Ajansı İRNA kaynaklı.

Ankara-Tahran treninin saldırıya uğradığı 30 Temmuz’da 1 dakika arayla iki haber yayınlayan İRNA, Van’daki saldırıyı anlatan haberde bölgenin adını Ganch olarak veriyor. Fars hâkimiyet dönemlerini anımsatan bu ismin kullanılmış olması, elbette Ankara’da hoş karşılanmıyor.

İRNA kaynaklı kriz bununla da sınırlı değil. Söz konusu haberden çok kısa bir süre sonra Türkiye’nin PKK’yı bombalamasının IŞİD’e yarayacağı iddia ediliyor ve Türkiye’nin ABD ile işbirliğine başlamasının Dolmabahçe görüşmelerine son vereceği, Türkiye devleti ile Kürtler arasında savaş başlayacağı, Türkiye’nin Libya’ya döneceği, bu durumda ülkenin tüm altyapısının hedef alınacağı ifade ediliyor.

Burada iyimser bir yaklaşımla, İran’ın Türkiye’ye yönelik bir takım uyarılarda bulunmaya çalıştığı da iddia edilebilir. Ama üslup bunu teyit etmiyor.

Karşılıklı suçlamalar ve hedef göstermeler ile iki ülkenin ortak bir noktada buluşabilmesi mümkün değil. Özellikle de İran’ın krizi aşmaya yönelik böylesine hassas bir süreçte daha dikkatli olması beklenirdi.

Açıkçası, bu olmadı! Nitekim alttan alta devam eden kriz, çözüm bulma yolunda patlamış durumda.

Eğer iki ülke buna acilen bir çözüm bulamaz ise, bunalımın derinleşmesi kaçınılmaz. Derinleşme ise, her iki ülkenin kaybetmesi ile eş değer. Bunun için sürece “zarif bir dilin” hâkim olması gerekiyor.

Batı ile yeni bir süreci başlatan İran diplomasisi, pekâlâ bunu Türkiye için de yapabilir...