Çağımızın en büyük sorunlarından 'teşhircilik'ten tutun da, olmazsa olmazımız 'aile kurumu'na kadar önemli hususlarda Ali Haydar Haksal ne düşünüyor?  

  • Edebiyat ve yayıncılık alanında fikirleri ne?  
  • Hepsinden öte dergiler birer birer kapanırken Yedi İklim Dergisi nasıl uzun soluklu kalabildi?  

Bütün bu ve diğer alanlardaki soruları yazarımız ve ülkemizin önemli mütefekirlerinden Ali Haydar Haksal'a sorduk... 

Pazar Sohbetleri'nin bugünkü konuğu Ali Haydar Haksal'ın sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:  


 
SORU: Teşhircilik günümüzün en büyük sorunlarından. Neredeyse en önemli derdimiz oldu kendimizi göstermek, kendimizden bahsetmek ve daha da önemlisi kendimizden bahsettirmek... Bu konuda neler söylemek istersiniz? Teşhircilik nereye kadar... 
 
- Genel anlamda kadınlar üzerinden süren bir değişim var. Bunun adı modernizm. Yeni bir ideoloji olarak görülebilir modernizm. Bu ciddi bir dalga, hemen bütün kesimleri etkiliyor. Kendilerini mütedeyyin olarak bilen ailelerde de etkili. Sokağa çıkıldığında, bir aileye mensup bireyler olduğu belli, anne ve kızları ya da gelinleri. Birbiriyle tam anlamıyla zıt. Tesettürlü ailelerin çocuklarıdır bunlar. Büyükler genel ortamın etkisinden olsa gerek anlayışla karşılıyor.  

Kadınlar, bu yeni ideolojinin etkisiyle saldırgan bir tutum içinde. Kasıtlı olarak oluşan guruplar bir savaşım içinde. Belli kesimler bunu hem kışkırtıyor hem de destekliyor. 

Bunun etkisindendir ki erkekler daha saldırganlaşıyor. Kadın cinayetlerinin artmasının nedenlerinden biri de budur. 
Kimi yasal etkilerin de erkekleri daha zor durumda bırakıyor. Sokakta yürürken, ya da toplu bir araçta erkekler rahat hareket edemiyorlar. Gözlerini yere sabitleyerek yürümek zorunda. Çünkü bilinçli bir sabote oluyor. Bu, kimi zaman pervasızlığa kadar varıyor. Toplu taşıma araçlarında bunu zaman zaman görüyoruz. Tam anlamıyla kasıt var. 

Bırakın dini yaklaşımları, insanlığın genel kurallarına dahi aldırılmıyor. 

Sınır tanımazlık sadece kadınlar üzerinden değil hayatın diğer alanlarında da etkili oluyor. Aşırılık ve sınırsızlık da diyebiliriz buna. Doymazlığın sınırsızlığını da buna dahil edilebilir. 

AİLE: ÖZENME TUTKUYA DÖNÜŞTÜ

SORU: Aile toplumun olmazsa olmazı... Aile olmazsa devlet de olmaz. Ancak özellikle son dönemlerde aile kavramı gittikçe 'önemsiz' hale gelmeye, getirilmeye başlandı. Resmi olarak 'Aile Yılı' ilan edilse de, 'Aile ile ilgili programlar' düzenlense de genel olarak baktığımızda bu alanda altımızdan minder çekilmekte. Aile nasıl kurtulur? 
 

- Milletlerin veya toplulukların belli hayat anlayışları var. Aile küçük bir devlettir. Yönetim ve iç işleyiş bakımından. Sözünü ettiğimiz egemen erkek anlayışı değildir bu. Kadın erkekten çok daha egemen olur ailelerde. İç düzen, ilişkiler bağlamında. Bir annenin çocukları üzerindeki etkisi çok daha fazladır. Yetim kalan bir çocuk, anne ile huzurlu yaşar. Çünkü anne babalık da yapabiliyor. Oysa baba öyle değil. Öksüz çocuklar ise tam anlamıyla yalnızlıkta sefil oluyorlar. Anne rolü çok daha etkili ve kalıcıdır. Sokak çocuklarının büyük bölümü bu nedenle savruluyorlar. 

Aileler eskiden olduğu gibi çok da kalıcı olmuyor. Boşanma oranlarının artışı dengeleri tam anlamıyla bozdu. Tüketim dalgası karşısında çocuklarının ve eşinin kimi taleplerini karşılayamayınca çatışma başlıyor. Eşlerin birbirlerine tahammülleri veya birbirlerini anlamaları giderek zorlaşıyor. Erkekler öyle ki sorumluluk almak istemiyor. Çünkü dışarıda bir başka hayat var. Bir kesim için bu böyledir. Kadın kocayı bir yük olarak görüyor. 
 
SORU: Ailenin korunması konusunda özellikle bazı TV programları ve TV dizileri hakkında düşünceleriniz nelerdir? 
 
- Günlük hayatlarımız artık bizim denetimimizde değil. Çok yönlü bir kuşatma var. Moda ve modern yaşama tutkusu önce sınırları kaldırdı. Bir ülkenin işgali topraktan çok kültürde etkisini gösterir. Emperyalizm işgal ettiği ülkeleri önce kendilerine göre modernizme çekiyor, alıştırıyor. Tüketim, lüks, sınırsız yaşama tutkusu ile insanlığın mütevazı perdesini kaldırdı. Mazbut ailelerin çocukları giderek bu hayata özendiler, evlerine zorla da olsa yeni bir anlayışla girdiler. Bu giriş zamanla kanıksandı ve alışkanlık hâline geldi. Evin iç dünyasına girdikten sonra sokaklar evimiz olmaktan çıktı. Semtler özellikle bir rekabete girdi. Semtler bile birbirinden farklıyken onlar da etkilenmeye ve benzeşmeye başladı. 

İstanbul örneğinde kimi semtlerde Anadolu’nun veya manevi ruhun baskınlığı söz konusuyken bu perdeler de ortadan kalktı. Sınırsız üryan yaşayanlar, yaşama arzusunda olanlar belli semtlerde görünmeye başladı. Onlar da kendi semtlerine yeni bir ruhla döndüler. 
Özenme tutkuya dönüştü. Sınırsız olan bir hayat anlayışı giderek baskınlaştı. 

Diziler, sosyal medyadaki görseller de önde koşar olunca bu, yaşama tutkusunda olanlara güç kazandırdı. Bir milletin değerleri göz ardı edilerek daha saldırgan bir tutuma girildi. Siyasal zıtlaşmalar kendilerini farklı gösterme bahanesiyle olumsuz denilebilecek anlayışı hem destekledi hem de katılımcı oldu. Sosyal medya, diji dünya dizilerin önüne geçti. 
 
SORU: Aile demişken elbette çocukları, gençleri etkileyen,yönlendiren etkenleri de mercek altına almak gerekiyor. 16 yaşındaki bir genç nasıl katil olabiliyor, nasıl polise kurşun yağdırabiliyor? Sizce gençlik nereye gidiyor?  
 
- Bu gençlik de özellikle gerek aile içi gerek mahalle ve semt kültüründen, hayat anlayışından uzaklaştıkça absürt olmayı yeğledi. Yakın zamana kadar mahallelerin delikanlıları kendi mahallenin kızlarını, kadınlarını korurlardı. Hatta uzaktan uzağa olumlu anlamda gözcü olurlardı. Mahalle namusu diye bir kavram vardı. 

Çetelerin giderek kirli işlere bulaşmaları, tüketim hızı karşısında arzuladıklarını elde edemeyişleri gençleri hırçınlaştırdı. Öldürülen sadece polisler değil, patronlar, kamu görevlileri, anne ve babalar, kardeşler hedef oldu. 

Manevi eğitimin yetersizliğinden çok, gençlik önündeki insanlara bakıyor. Onlara özenme duygusunu yitirmiş. Hakkaniyet olmayınca kendini güvende hissedemiyor. O zaman da hırçınlığı onu uçuruma doğru sürüklüyor. 

Manevi korkunun veya duygunun olmayışıyla giderek ahlâk hayattan çıkıyor, siliniyor. Genel olumsuzluklar bir hayat anlayışı ve ahlâkî tutum oluyor. Aile kültürü ile sokak, mahalle, okul, semt kültürleri zayıfladı. Hemen hepsi birbirine bağlı. 


 
SORU: Yazılarınızda sistem üzerinde sıklıkla duruyorsunuz. Bir yazınızda "Sistemler yalan ve hile üzerine kurulu." diyorsunuz. Bunu biraz daha açar mısınız? 
 
- Biz Müslümanız, bir medeniyetimiz var. Peygamberler medeniyeti. Bu, iyilik ve güzellikler üzerine yoğrulu bir yaşama biçimi. Ne yazı ki, yüzümüzü Batı’ya çevirdiğimizden beri kendi değerlerimizden, özellikle medeniyetimizden vaz geçildi. Bu bilinçli yapıldı. Bu milletin kendi medeniyetine gidecek yollar tıkandı. Sistem bunun üzerine inşa edildi. 

Biz İslâm milletindeniz. İslâm milletinin her insanı birbirine bağlıdır. Onlarda ırk duygusu çok da önemli değil. Yeni sistem ırk ve milliyetçiliği merkeze alınca sistem bunun üzerine kuruldu. Örneğin bir gazetenin logosunun altında: “Türkiye Türklerindir” yer alıyor. Müslüman da olsanız, Türkçe konuşuyor da olsanız eğer başka bir ırktan iseniz bu ülke sizin değildir. Bu, basit gibi görünen durum asıl bölücü ve ayırıcı olanıdır. Osmanlı Devleti 36 ırk ve kavimden oluşuyordu. Bunlar bir milletti, yani İslâm milleti. Bu söylediklerim sadece bir örnek. Bu ve benzeri durumlar o kadar çok ki. İslâm’daki manevi kardeşlik her şeyin üzerindedir. Bunu yitirdik. 

İslâm inancına göre haram olan kimi şeyler meşru kabul edilince, çarpık bir hayat anlayışı. Haram olan şeylere yasak veya haram diyemiyorsunuz. 

O zaman da bütün bu olumsuzlukları meşru kılan bir dil geliştiriliyor. Şu ülke insanının kahir ekseriyetinin cebinde kredi kartları var. Gönüllü faiz ödeyen ve sistemi işleten bir yapı söz konusu. Faize haram deseniz ne değeri var? Bu konu uzar gider, bu kadarıyla yetinelim. 
 

"YEDİ İKLİM ÇIKMAMIŞ OLSAYDI BÜYÜK BİR BOŞLUK OLURDU" 
 

SORU: Bir dönem TV5'de ağırlıklı edebiyat söyleşileri yaptınız. İlgi çekici idi bu programlarınız. Günümüzde edebiyatın önemi ve değeri konusunda neler söylemek istersiniz?  
 
- Edebiyat ve sanat bir milletin seçkin dilidir. Milleti besleyen has bir dil. Düşünelim Mevlâna yaşadığı dönemde bulunduğu yerde ne kadar insan yaşıyordu? Dergâhında sohbet ederken etrafında bir avuç insan vardı. Çağının ve döneminin manevilikle edebî bir dil ve üslup ile besledi. Onun etkisi bugüne kadar sürdü, devam edecek. Medeniyetimizde genel anlamda hayatın merkezinde onlar var. Çağlarının ve dönemlerinin aydınlık ruhlarıdır onlar. 

Osmanlı sultanları veya öncekilerde yöneticiler bu hassas dil ve üsluba sahiptiler. 

İki buçuk yıla yakın sürdürdüğümüz o programların tekrarını şimdi izlediğimizde önemli bir iş yapmışız. Bunun sürekli olması gerekir. Bir kültür ve düşüncenin güzellikleri insanlara sunulmalı, gençler özenmeli. Çünkü o dil bir üst dildir. 

Gazetelerde kültür sanat sayfaları çok etkiliydi, şimdi onlar da yok. Soluklanma alanlarıydı onlar. 

Günümüz sorunlarından biri dil ve üslup yoksunluğu ağır basıyor. Savrulma hayatın hemen bütün alanlarında geçerli. Yakası yırtık berduş, başıboş bir hayat anlayışı ve bakışı. 
 
SORU: Birçok dergi kapısına kilit vurduğu halde Yedi İklim Dergisi'ni sebatla çıkarmaya devam ediyorsunuz... Dergi ve kitap yayımcılığı konusunda neler söylemek istersiniz? 
 
- Dergi çıkarma manevi bir sorumluluk. Çıkması gerekiyor. Eğer siz bir dergi çıkarmıyorsanız, başka anlayışlar zaten bunu yapıyor, boşluğu dolduruyor. İslâm medeniyeti, inancı ve anlayışının hayatta kalabilmesi için seçkin ve özgün bir dil ve düşünüş gerekiyor.  
Yedi İklim 38. Yılında ama bunun öncesi var. Biz İlâm medeniyet düşüncesindekilerin izleğindeyiz. Dergicilik hayatımıza Tanzimat ile girdi. Sözünü ettiğimiz duyarlık Muallim Naci’nin Muallim mecmuası, Yahya Kemal’ın merkezinde yer aldığı Dergâh, Mehmed Akif’in merkezinde yer aldığı Sırat-ı Müstakim ile Sebilürreşad, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu, Sezai Karakoç’un Diriliş, Nuri Pakdil’in Edebiyat, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören ve Erdem Bayazıt’ın Mavera, Ebubekir Eroğlu’nun Yönelişler’i ana izleği oluşturuyorlar. Yedi İklim dergisi de bu izlekte.Eğer Yedi İklim çıkmamış olsaydı büyük bir boşluk olurdu. 

Şu anda dergimizde beşinci kuşaktayız. Çok sayıda genç buradan geldi geçti. Bunlar çok yerde çok yönlü öyle ya da böyle hayatın içindedirler. Hayatımızı buna adadık. Artık gençler derginin kimi sorumluluklarını üstlendiler. Şimdi biz anlara destek veriyoruz. Kamu kurumlarının yapamadığını edebiyat dergileri yapıyor. Günümüz sığlığında onların varlığı tek tesellimiz ve gücümüz. 

Kitap yayıncılığı oldukça zora girdi, dergiler gibi. Ne yazık ki güçlü yayınevlerimiz yok. Bankalar karşı tarafın soluk alanı ve merkezi. Bizim zaten böyle bir şansımız yok. Olan kimi yayınevleri ise belirli ve sınırlı bir çevreye bakıyor. Kucaklayıcı olmuyor. Dergiyi sürdürüyoruz ama kitap yayıncılığı başka bir alan, onun üstesinden gelemedik. 

 
GAZZE: BU SOYLU ONUR ONLARINDIR 
 

SORU: Gazze Soykırımı konusunda ne düşünüyorsunuz? 
 
- Gazze büyük acımız, dramımız, çıkmazımız. O kadar çok bu konuda yazdım ki, tekrarın tekrarını bile sürdürüyorum. Bir milletin uyanışını, dirilişini sağlamak için. Ne yazık ki perdelerin olduğu, hakikatin gerçek anlamıyla görülmedi, ötelendiği bir zamandayız. İnsanlık vicdanı kısmen de olsa ayakta. Şimdilik tek tesellimiz bu. 

Müslümanların, halkların değil de yönetenlerin aymazlığı yüzünden halklar da sinmiş durumda. İlgisizlik, umursamazlık, yorgunluk, bıkkınlık bunun bir sonucu. 

Çok acı çekiyoruz. Çekmesek bu kadar üzerinde durmaz, geçer giderdi. Başka şeylerle oyalanırdık. 

Gazzelilerin destanının yazılması gerekiyor.  İnsanlığın, özellikle de Müslümanların onurudur onlar. İnsanlık haysiyetinin savunucusu ve direnicisidirler. O halk o belde yok edilse bile tarihin parlak aynasındaki yerlerini koruyacaklardır. Bu soylu onur onlarındır. Övülmesi gereken onlardır. 
 
SORU: Sorularımıza içtenlikle verdiğiniz cevaplar için çok teşekkürler... 
 
- Rica ederim, ben de teşekkür ederim. 
 

Röportaj: Adnan Öksüz
 

Muhabir: Haber Merkezi