Semavi dinlerde ortak olan hikâyelerden biri Hz. Âdem‘in ve Havva anamızın cennetten çıkarılışıdır. Bu olayın sebebi yasak meyveye yaklaşılmasıdır. Rivayete göre yasak meyveyi (elma) önce Havva anamız yemiş sonra da yemesi için Âdem babamızı tahrik etmiştir. Havva anamızın yiyişinden cesaret alan Hz. Âdem, yasak meyveden bir lokma ısırır, tam yutacağı sırada meyvenin yasak oluşunu hatırlar. Lokmayı ağzından çıkarmak ister çıkaramaz, yutmak ister beceremez. O lokma boğazda bir yumru olarak kalır ve tıpta "âdem elması" (Adam‘s Apple) dediğimiz organa dönüşür. Bu organ nadiren kadınlarda da görülse de genelde erkeklerde ve ergenlik döneminde ortaya çıkar ve bir daha kaybolmaz. Yasak meyve olgusu gerçekte üremekten mecaz ise de bu hikâye hoşuma gider ve hurafelerin hakikati örtmeye yaradığına güzel bir örnektir bu. Hz. Âdem‘in boğazına takılan elma ile İmam-Hatip Liseleri arasında hep bir benzerlik bulmuşumdur. Âdem babamız elmayı nasıl yutamadığı gibi çıkarıp atamadıysa, İmam-Hatip Liseleri de sistemin boğazına öyle oturmuştur. Kurulduğundan beri sistem bu okulları ne atabilmiş ne de kucaklayabilmiştir. Oysa Türk eğitim sistemini "milli"leştiren en önemli organlar İmam-Hatip Liseleridir. Neden? Çünkü "milli" oluş national (ulusal) bir durumu değil dini olanı işaret eder. Namık Kemal‘in Hürriyet Kasidesinde millet, kelimesi "ümmet" karşılığında kullanılmıştır. Osmanlı, millet dediği zaman "aynı dine inanan insanlar veya müminler topluluğunu yani ümmeti kastediyordu. Bundan dolayı milli kavramının karşılığı öncelikle din tarafından belirlenmiştir ve "dini" demektir. Yakınlara gelirsek Milli Mücadele‘de, milli marşta bunu daha açık görürüz. Çünkü Milli Mücadele, modern Haçlılara karşı verilmiştir. O dönemin metinlerine bakılırsa Yunan‘ın işgal ettiği İzmir‘in İslam toprağı oluşundan bahsedilir. Yani verdiğimiz mücadelenin mahiyetini belirleyen kavram da ‘milli‘dir ve öncelikle dini olanı kast ve işaret eder.

İkinci husus Tevfik İleri‘nin eğitimi "milli"leştirmesidir ki bundan kasıt öncelikle eğitim yapısının içine dini eğitimle ilgili okulların, müfredatın konulması ve hayata geçirilmesi anlaşılır. Sadece dini tahsil bakımından değil, irfana taalluk eden dil ve tavır da bunun içindedir. MEB‘in 50‘den önceki adı Maarif Vekâleti idi. Bu, ilimle irfanı birleştiren bir adlandırma idi. İçinde kültürü de barındırdığı için bir ara Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlı olarak yürütülmüştür. Bundan dolayı Nurettin Topçu, Maarif Davamız demiştir meseleye. Tevfik İleri döneminde maarifte "okul yapma mükellefiyetini köylülerin omzundan kaldırılmasını sağlamış, 5. Milli Eğitim Şûrası‘nı toplamış, Köy Enstitüleri ile Şehir İlk Öğretmen okullarının programlarının birleştirilmişse de eğitim sistemini "milli"leştiren önemli husus, din derslerini ilkokul programlarına alınması, İmam Hatip Liseleri‘nin açılması, İstanbul‘da Yüksek İslam Enstitüsü‘nün kurulmasıdır. Buradan çıkarılacak sonuçlardan en önemlisinin Tevfik İleri öncesi eğitim sistemimiz, içeriği ve varmak istediği hedef olarak gayri milli oluşudur. Çıkarılacak ikinci önemli ders, Başbakan Menderes‘in isabetli bir seçim yapmış olmasıdır. Tevfik İleri‘den sonra da birçok milli eğitim bakanı geldi ve halihazırda da var ama sadece makam dolu, ama makamın gereği yoktur.

Üçüncü olarak bu başlıktaki "milli" kavramı MTTB‘yi hatırlattığı için seçtim. Çünkü o bir MTTB‘lidir.

Zor zamanda konuşmak

İsmet Özel deyimiyle Tevfik İleri, zor zamanda konuşmakla kalmamış, aynı zamanda önemli işler başarmıştır. Çünkü her şeyin rahatça söylenebildiği ortamlarda söz değerini kaybediyor, söyleyen kişi de siliniyor. Bu ortamda söze değer vermek için söz sahibi en keskin tarafından başlamak zorunluluğu duyuyor. Tabiri caizse o millete kıtlıkta lokma vermiştir ve kıtlıkta verilen lokma unutulmaz. Bu eserler sebebiyle bir ihtilal yaşadık ve biri başbakan olmak üzere iki bakan asıldı, onlarcası yargılandı ki bu kişiler arasında Tevfik İleri de vardı.

Tevfik İleri‘nin hizmetlerinin hakkıyla takdir edilebilmesi için onun hangi ortamlarda o hizmetleri ürettiğine bakmalıyız. 1946‘da seçimi kendince uyguladığı bazı usullerle kazandıysa da CHP bu seçimle artık eski CHP olmadığının farkına varmıştır. DP‘nin dörtlü takrirle kurulması önceleri pek önemsenmemiştir. Çünkü ayrılışları çok köklü sebeplere dayanmaz. Celal Bayar faktörü bunda çok etkilidir, çünkü ittihatçı Bayar‘ın bu grupta yer alması hem sisteme hem İnönü‘ye büyük güven vermektedir. Ama icraatın başında Bayar‘ın değil Menderes‘in oluşu, Bayar‘ı fiili bir durumla karşılaştırmış ve Menderes‘i frenleyememiştir. Hangi hususta? Ezanın aslına çevrilemesi hususunda... Dini eğitimin önünün açılmasına yönelik teşebbüsler hususunda. Bu o dönem için adeta bir travmaya sebep olmuş olan birçok olayın bitişi demekti. Ezanın Türkçeye çevrilmesi, 1928 dini ıslah beyannamesi doğrultusunda yapılan işler, matbuatta dini kavramların bile yasaklanması, camilerin ahır olarak kullanılması, yazılı kaynakları bırakın, mezar taşlarının bile imha edilmesine varıncaya kadar birçok uygulamanın bitecek olması bu kez bu uygulayıcılar indinde başka bir travma oluşturmuştur. On yılda on milyon genç yarattık, anlayışının karşısına çıkan yeni uygulamanın ilk örnekleri aslında CHP‘de vardır. 47-49 arasında cenaze kaldıracak eleman yetiştirmek üzere açılan imam hatip kursları gibi. Hatta Mehmet Akif‘le, Eşref Edip‘le İslamcılık anlayışını temsil etmiş biri olarak Şemseddin Günaltay‘ın son CHP hükümetinin başına getirilmesi tesadüfi değildir. Bu da ayrı bir önlemdir DP‘nin önünü kesmek için. Bir İslamcı, bir medreselinin CHP‘nin hükümet başkanı olması öyle sanıldığı gibi bir ilahiyat profesörünün CHP‘den milletvekili olmasına benzemez. Bu çok daha derin bir mevzudur. İşte bu açılıma rağmen halk CHP‘nin oyununa gelmemiş veya açılımı yeterli bulmamış ve DP‘yi 50‘de iktidara getirmiştir. 50‘de iktidara gelen Menderes‘in en önemli bakanlarından biri de Tevfik İleri‘dir. Tevfik İleri, gençliğinden itibaren MTTB çatısı altında verdiği mücadeleye yeni bir boyut kazandırmıştır. Okuyan, bilen biri olarak icraatın içinde yer almış ve bilindiği gibi İmam-Hatip ve Yüksek İslam Enstitüsü hizmetlerini gerçekleşmiştir. Birçok siyasi tarihçinin Menderes‘in idam sürecini Ezan‘ın aslına çevrilmesi ile başlatması bence dil sürçmesi değildir. Tevfik İleri de 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Yassıada mahkemelerinde yargılanmış ve cezası ömür boyu hapse çevrilmiştir. Yargılamanın ardından Kayseri bölge cezaevine yollanan İleri, hastalanması üzerine Ankara Hastanesi‘ne kaldırıldı ve 31 Aralık 1961 günü vefat etti.

Tevfik İleri‘nin şahsiyetini göstermesi bakımından aşağıdaki olay zikredilmeye değer. 27 Mayıs sabahı bir şayia çıkıyor. Bulundukları mekân bombalanacakmış. Herkes panik halinde... Merhum İleri hemen bir köşede namaza duruyor. Üniformalı bir albay içeri dalıyor. Ağzından köpükler saçarak. "Tevfik İleri nerde?" Gösteriyorlar. Küfrediyor. Kıyamda tekme vuruyor. Rükûda tekmeliyor. Secdede tekmeliyor ve küfürler ediyor. Namazını tamamlıyor. Yakasından tutup ayağa kaldırıyor.

"Seni öldüreceğim. Senin belalınım" diyor. Merhum İleri sakin: "Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir."

Suç delili: Kur‘an-ı Kerim

O dönemle bu dönem arasında bazı ilginç benzerlikler vardır: Mesela, Kur‘ân‘ı Kerim bile ‘suç‘ delili sayılmıştır. Suç delilleri arasında en ilgi çekenlerden biri Kur‘ân-ı Kerim baskısıdır. Menderes‘in özel ilgisiyle Almanya‘dan sipariş edilen makineyle prova baskısı yapılan Kur‘ân-ı Kerim bu davada delil olarak sayılmıştır. Mahkeme dosyaları arasında en fazla yer kaplayan bölümlerden biri cami yardımlarıyla ilgili olan klasörlerdir. Türkiye‘nin bütün mezra, köy, mahalle, belde, ilçe ve vilayetinde hangi camiye ne kadar yardım yapıldığının çetelesi tek tek tutulmuş. ‘Görevi kötüye kullanma davası‘ kapsamında aleyhte deliller kategorisinde değerlendirilen cami yardımlarına ait belge adedi 500‘ü geçiyor.

Bugün iktidara geldiklerinden beri Başbakan‘a Menderes‘in hatırlatılması işte bu geleneğin devamıdır. DP seçimi kazanmakla nasıl memlekette tamamen iktidar olamadıysa, bürokrasi, medya, cuntacılar nasıl o dönemde iş başında olarak Menderes‘in şahsında millete karşı çıktılarsa bugün de aynı şey yapılıyor. Aradan 40 yıl geçti değişen pek bir şey yok. Başbakan‘a Menderes‘in kaç defa hatırlatıldığını unuttum. Bunu eskiden CHP yapıyordu şimdi buna MHP de dahil oldu. Tevfik İleri‘nin imam-hatipler için söylediği söz hala geçerlidir: Ne demişti? Bunu Eski İstanbul Müftüsü Selahaddin Kaya‘dan dinleyelim: İmam Hatip‘in orta ikinci sınıfındaydım. Biz o zaman ikinci sınıfta idik. Okulumuza Tevfik İleri geldi. "Arkadaşlar çok dikkatli olalım. Bu okulları doğmadan boğmak isteyenler var. Bunlara karşı uyanık olalım" dedi.

Başka bir hatıra da şöyle: İlim Yayma Cemiyeti kurucularından rahmetli avukat Yusuf Türel tarafından, İYC‘nin 1995 yılındaki 45. genel kurulunda şöyle dile getirilmişti: "Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri okul arkadaşımdı. Bir gün İleri‘yi ziyaret ederek İHL‘lerin sayısının artırılmasını istedik. Dedi ki "Beyler; siz ne diyorsunuz, mevcutlarının kapatılması için Türkiye‘nin bütçesi kadar rüşvet teklif ediyorlar."

İmam-Hatip Liseleri‘ni yakından ilgilendiren katsayı olayını bu açıklamalar ışığında okumak bilmem mümkün mü? Ben bugün sadece bakanımı anmadım, aynı zamanda başkanımı da andım. Çünkü 12 Eylül‘den önceki son MTTB genel kurulunun bir üyesi idim. Ne yazık ki artık MTTB eski çizgisinden ve ruhundan uzaklaştı. Bu değişiklik, amblemdeki kitaba kadar uzanmıştır. Tevfik İleri‘yi anarken, Celal Hoca‘yı da hatırlamalıyız. Çünkü Celaleddin Ökten de İmam-Hatip Liseleri‘nin ikinci kurucusudur. İşte iyi insanın, müminin özelliklerinden biri daha... Kendisiyle birlikte başka müminleri de hatırlatıyor onların da rahmetle anılmasına vesile oluyor. Galiba mümin ve Müslüman olmanın ayırıcı vasıflarından biri bu olsa gerek.

Bu metin 11 Aralık 2009 tarihinde, Güneysu Eğitim ve Kültür Derneği‘nin Üsküdar/Altunizade Kültür Merkezi‘nde düzenlediği; başkanlığını Prof. Dr. İsmail Kara‘nın yaptığı ve Eski Kültür Bakanı İsmail Kahraman, Cihat İleri, Doç. Dr. Mustafa Öcal‘ın ve bendenizin katıldığı oturumda sunulmuştur.

Muhabir: Haber Merkezi