“Kadın ve erkeğin” varlığı başlı başına bir kâinattır.

Bu kâinatın içerisinde kadın ve erkeğin genetik yapılarını kutsal kitaplarda anlatıldığı ve bilimsel araştırmalarda belirtildiği kadar ancak öğrenebiliyoruz.

Bunların haricinde fazla bilgiye sahip değiliz.

Erkeğin ayrı, kadının farklı bir varlık olduğunu, hiçbir kişinin veya cinsin birbirine tıpa tıp benzediğini kimse söyleyemez...

Benzemesine benzemez ama birbirlerine devamlı muhtaçlar.

Bu ihtiyaçları da “arkadaşlık boyutuyla” gündeme geliyor.

Hangi kültür ve toplum biçimi olursa olsun, o toplumun şeklini ve kimyasını belirleyen kadının “gizemli gücü” oluşturuyor.

Kadında olan “ruhsal ve fiziksel güç” erkekte bulunmaz.

Erkekte bulunan, “ruhsal ve fiziksel güç” kadında bulunmaz.

İşte bu güç birbirini çekiyor ve yakınlaştırıyor.

Önemli olan, her iki karşıt cinste olan “gücün” yerinde ve zamanında kullanılmasıdır.

***

Kadın-erkek arasındaki güç mücadelesi, “kültürel yozlaşmalar” başta olmak üzere “modernizm”in bir sonucudur.

Modern anlayışta; “Her varlık, karşı varlıkla çatışarak çıkarlarını koruma altına almalı” düsturu vardır.

Bu anlayışa göre, kadın ve erkek “birbirlerini tamamlayan değil” rakip gören bir konumdadır.

Rakip kurumlar, kuruluşlar veya insanlar da devamlı birbirleriyle çatışarak güçlerini ispatlamaya çalışırlar.

Ne yazık ki yaşadığımız çağda, kadın ve erkek arasında anlamsız bir rekabet oluştu.

Cinsler arası bu rekabeti daha ileri götürmek ve yaygınlaştırmak maksadıyla çok ciddî gayretler sarf edilmekte ve bu amaca uygun yatırımlar yapılmaktadır.

Kadın erkek arasındaki kutsallığı zedeleyebilmek için “sıradan arkadaşlığı özendirmekte” ve gayrimeşru ilişkileri normal hale getirebilmek için büyük gayretler sarf edilmektedir.

***

Halk arasında bir söz vardır:

“Altın ateşle, kadın altınla, erkek kadınla imtihan edilir.”

Kâinatta her varlık çift yaratılmıştır.

“Çift ve zıtlık ilkesi,” yaratılışın temelinde var olan bir olgudur.

Canlıların en yücesi olan insan da kadın ve erkek olmak üzere zıtlık ilkesi doğrultusunda yaratılmıştır.

Geçmişten günümüze kadın-erkek konusunda çeşitli kurallar, kanunlar ve müeyyideler uygulanmıştır.

Hatta bu uğurda cinayetler bile işlenmiş, çok canlar yakılmıştır.

Meşru şartlar içerisinde olduğunda; anne, baba, amca, kardeş, teyze, hala, büyük anne, büyük baba gibi silsile sistemi, insan soyunu belirlemektedir.

Bu beraberliğin temelinde de toplumu oluşturan “aile kurumu” yatmaktadır.

Bir kadında kadınlık duygusu, erkekte de erkeklik duygusu olduğu müddetçe, iki cinsin birbirine ilgi duymaması düşünülemez.

İlgi duymayanlara “hasta” gözüyle bakılır.

Çünkü insanın doğasına aykırıdır.

***

Kadın-erkek, her zaman birbirini arzulayan iki ayrı cinstir.

Birbirlerine yaklaşmak ve kendilerini beğendirmek için fırsat ararlar.

Yaratan öyle yaratmıştır.

Fizik kanununda olduğu gibi, artı eksiyi nasıl çekiyorsa, eksi de artıyı öyle çekiyor.

İnsanın genetik yapısından gelen bu özellik, kadın-erkek arasında “ilahi bir kanun”dur.

Bu kanun kaçınılmaz olduğuna göre, kadın-erkek arasındaki ilişkileri belli bir kurala ve sistematik bir düzene koyma mecburiyeti kendiliğinden oluşuyor.

Yoksa karmaşıklık ve düzensizlik alır başını gider.

İki cinsin arasında belirli bir mesafe, belli bir ölçü olduğunda, kadın-erkek ilişkileri “sağlıklı ve düzeyli” olur.

Atalarımız bunu ne güzel ifade etmişler: “Ateşle barut yan yana durmaz.”

Tabi bunun dini boyutu da var, onun üzerinde de duracağız.

Kadın, çağlar boyu değişik toplumlarda, değişik kültürlerin etkisi altında kalmış, farklı muamelelere ve farklı değerlendirmelere muhatap olmuştur.

Bazı toplumlarda kutsal sayılan kadının, başka toplumlarda insan olduğu dahi unutulmuştur.

Günümüzde ise kadın; reklâmın, sömürünün ve tüketim ekonomisinin hedefi olmuştur.

Daha ileri boyutuyla, kadın erkek arkadaşlığını “cinsel fantezi” haline getirmek suretiyle, “onun değeri” elinden alınmaya çalışılmıştır.