Güneydoğu’nun bazı bölgelerinde, daha önceden “kurtarılmış bölge” anlayışından hareketle, Suriye’deki Ayn el Arap (Kobani) kasabasını çağrıştıran biçimde, PKK güdümündeki şehir yapılanması YDG-H, Murat Karayılan’ın `mahalleleri ele geçirin’ çağrısı ve talimatı mucibince, Cizre, Nusaybin gibi yerleşim yerlerinde “kantonal bölge” denemelerine kalkışması, bir anda acaba yeniden çatışma günlerine geri mi dönülüyor fikrinin ön plana çıkmasına neden oldu.

PKK tarafından yapılan `politik mızrağı cendereyle doğrultma’ hamle planı, hükümetin örgütü ciddi bir şekilde kale alacak ve çözüm sürecine yönelik gelişmelere müstenit bir hâl çaresi bulunması gerekliliği fikriyle yaklaşımını sağlayacak, siyasî bir avantaj teminine yönelik uygulama olduğu ayan beyan ortadadır.

Keza KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın da, savaş çığırtkanlığı yapar cinsten tehditkâr bir üslupla yaklaşım göstermesi, Ortadoğu’da İŞİD’e karşı dolaylı olarak savaş vermekte olan PKK’nın, güç kaybı içerisinde olmadığı ve gerek görülmesi durumunda Türkiye’ye karşı da yeniden bir cephe açabileceğinin işaretini vermeye yönelik olsa gerek.

Çözüm sürecinin bir anda “papier maché” (kâğıt hamuru) şekline dönüşmesi, gerginliğin artmasına ve tarafların birbirlerini tartan `etki-tepki’ yaklaşımına neden olmuştur. Güneydoğu’da bölgenin genel güvenliğini tehdit eden uygulamalar ve siyasi nezaketle bağdaşmayan, anlaşılması güç bir jargonun tercih edilmesi çözümsüzlüğün adeta `narlaşmasını’ tetikleyici keskinliğe dönüşmesine neden olmuştur.

AKP Hükümeti, Güneydoğu’da tüm etnik unsurların mevcudiyetini dikkate alacak, bunların meşru hak ve menfaatlerini koruyacak ve kollayacak, barış ve tam güvenli bir ortam içerisinde yaşayabilmelerini sağlayacak şekilde olaylara bir hâl çaresi bulması gerektiği kanaatini taşıyoruz.

Aksi bir uygulama, çözüm sürecinin sadece Abdullah Öcalan merkezli ve onun eliyle şekillenen `rubix cubic solution’dan (rubik küpü çözümü) ibaret olması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim PKK, HDP ve İmralı üçgeni arasında yaşanan `kötü polis-iyi polis’ güç testi uygulamaları, Abdullah Öcalan faktörünün yeniden ön plana ve devreye girmesine neden olmuştur.

Şu da bir gerçek ki, “Arap Baharı” sürecini çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye çalışan PKK ve HDP, benzer şekilde Irak ve Suriye gelişmelerini artı hanesine kaydedebilmek için yoğun bir çaba içerisinde oldukları gayet aşikârdır. Abdullah Öcalan oryantasyonlu bir çözüm şeklinin Güneydoğu’daki dengeleri nasıl etkileyebileceği doğrusu üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olsa gerekir.

Bugün belediye hizmetleri için halkın seçtiği bir zatın, belediye hizmetlerinden çok adeta bir siyasi figür gibi tavır sergilemesi ve Güneydoğu’da; “Arap ve Süryani” gibi etnisiteleri gözünde bir azınlık gibi görüp, bunlara yönelik `pozitif ayrımcılık’ yapma isteğini sürekli dile getirmesi doğrusu anlaşılır gibi değildir.

Yüzyıllarca dostluk ve kardeşlik ana ekseninde bir arada yaşamakta ve karşılıklı anlayış çerçevesinde hareket etmekte olan etnisiteleri `azınlık-çoğunluk’ eksenine göre değerlendirmek ve `pozitif ayrımcılık’ düşüncesini uygulamaya çalışmak siyasi avantaj elde etmeye yönelik asıl ayrımcılığın ta kendisi olsa gerek.

AKP Hükümeti, Güneydoğu’da son yaşanan buhranlar karşısında takip etmesi gereken hareket noktası, oldubittiye getirilmeye çalışılan emrivakilerin, ihtilafların çözümünde ana rol olmaktan çok, gerçek kucaklayıcı, birleştirici, herkesin hak ve hukukunun güvece altına alındığı, mal ve can güvenliğinin sağlandığı bir çözüm şeklinden mülhem olması gerekir kanaatini taşıyoruz.