Bugünlerde vefatının altıncı seneyi devriyesini andığımız merhum Necmettin Erbakan Hoca’mızı anlamak ve anlatmak istiyorum. Ama bunun için bizim kırk fırın ekmek yememiz gerekir. Lakin biz gönül gözü ile baktığımızda bir dünya liderinin yanında olup da ondan hisseler almamız bir şuurlu aklı gerektirmez mi? Ondan ötürüdür ki, meselenin sadece can gözü ile değil, gönül gözü ile de bakıp değerlendirilmesi gerekir.

Erbakan adil düzenin savunucusu, Milli Görüş’ün kadim lideri, dünya meselelerini evrensel boyutta düşünen, bütün insanlığın saadeti için çalışan, yorulan, terleyen ve manevi alanda da sarsılmaz inancının gereği Peygamberi Zişan Efendimizi örnek alarak onun sünneti seniyesini yaşayan ve asla unutulmaz bir şahsiyet idi. 

Peki, bütün insanların mutluluğu için çalışırdı da, engelliler için ne yapardı, diye soracak olursanız bunu anlatmak için önce aynı konumdaki bazı isimlerin neler yaptığına veya neler yapmadığına bakmamız lazım. Sebebine gelince, kötüyü bilmeden iyinin kıymetini anlayamazsınız. O yüzden Erbakan Hoca’yı iyi anlayabilmek için geçmişte yaşanan menfi örnekleri – eğer kusura bakmazsanız- isim isim anlatmakta fayda görüyorum;

Yetmişli yılların başında zamanın ana muhalefet partisi genel başkanı İsmet İnönü’ye bir grup görme engelli arkadaş giderek, “Paşam, Meclis’te Sakatlara İş Yasası kanun teklifi var. Ana muhalefet partisi olarak siz de buna destek verin de bu kanun çıksın. Biz de işe girelim de ekmeğimizi kazanalım.” Demişler. Paşanın cevabı ise çok düşündürücüdür; “Ne o, sadakalar, fitreler size yetmiyor mu!?” diyerek zihniyetini belli etmiştir. Bir diğer örnek ise, 12 Eylül ihtilalinin paşası Kenan Evren işbaşına gelince, engellilerin haklarının birçoğunu iptal ederek kendi mayasını ortaya koydu. Yine bir başka siyasetçi merhum Özal da, “ben sağlama iş bulamıyorum ki, sakata iş bulayım.” Diyerek engelliye ikinci sınıf vatandaş nazarı ile baktı. Siyasetin popülist adamı Demirel ise, bizzat şahsımın da bulunduğu engelli heyetine, “sizin anlattıklarınızın hepsini ben biliyorum. Bugüne kadar ne yapılmış ise bundan sonra da aynısı yapılacaktır.” Diyerek kendisine münhasır cevabı vermiştir. Yani bugüne kadar bir şey yapılmadığını söyleyenlere, bundan sonra da yapılamayacak anlamına gelen bir tavır sergilemiştir.

Mevcut iktidarın bir dönem Milli Eğitim Bakanı da “engelliler öğretmen olamaz.” Diyerek engellileri hiçe saydı. Yine bu iktidarın bir milletvekili de, basit bir rehabilitasyon merkezi binasının açılışını yaparken engellilere hitaben, “biz sizi adam yerine koyduk, insan yerine koyduk.” diyerek sekiz buçuk milyon engelliyi aşağılama gafletini göstermiştir.

Bütün bunlardan sonra Erbakan ne yapmıştır diye soracak olursak;  Siyasi hayatı boyunca bir kere kısa bir dönem Başbakan olmuş, Cumhuriyet tarihinde başkalarının uzun yıllar yapamadıklarını bir yıl içerisinde yapmış ve bütün toplum kesimlerine saadeti, mutluluğu ve huzuru getirmiştir.  

Toplumun çok özel bir kesimi olan engellilere de naif, zarif, şefkat ve babacan tavırla, “siz bizim özürlü değil, özel vatandaşlarımızsınız. Bizim size yapmış olduklarımız sizin için bir ulufe değil, sizin tabi haklarınızdır.” Diyerek engellilere o güne kadar hiç yapılmayan ve düşünülmeyen hizmetleri yapmıştır. Bunun en bariz örneklerinden biri “Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı”nın kurulmasıdır. Aynı zamanda engellileri belediye meclis üyesi, milletvekili adayı yaparak da siyasette engellilerin önünü açmıştır.

Engelli istihdamındaki kotayı yüzde iki’den yüzde üç’e çıkarmış ve engelli araç ve gereçlerini karşılıksız ihtiyaç sahiplerine hibe olarak tahsis etmiştir. Yine 1996 üç Aralık gününü “Özürlüler Bayramı” ilan etmiştir.  

Yani engellilere, engellinin de hayal edip düşünemediği hizmetleri sunmuş ve bunu sunarken de ben yaptım, diyerek kendinin reklamını da asla yapmamıştır. 

Evet, bu kadar güzellikleri Erbakan Hoca’mız nasıl ve niçin yaptı diyerek merak edip araştırdığımızda gördük ki, Asr-ı Saadette Efendimiz (s.a.s.) engellilere böyle davranmış. Nitekim

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), âma olan Sahabeyi kiramdan Abdullah İbni Ümmü Mektum’a müezzinlik görevi vermiş,  Sefere çıktığında da en az on üç defa kendi yerine vekil tayin etmiş.

Diğer bir taraftan ortopedik engelli sahabe Muaz bin Cebel’e de(r.a) Yemen Valiliği vermiş.

O zaman anladık ki Hoca’mız, hayatında sünneti seniyeyi tatbik ettiği ve de Efendimiz (s.a.s.)in bütün insanlığın önderi olduğunu bildiği için onu örnek almış ve biz engellilere de bu davranışı göstermiştir. Allah diğer bütün devlet adamlarına da bu şuuru ihsan etsin. 

Hoca’mızın Ruhu şad olsun. Mekânı Cennet olsun. Makamı Al-i olsun. Cenab-ı Hak bizleri Milli Görüş şuurundan ayırmasın. Amin.