Doğan her yeni gün dünyanın yaşanabilirliğine yönelik umut bağışlar. İnsan hayata, kimin suratına patlayacağı belli olmayan kızgın bir yumruk gibi dahil olmasa da birtakım şeylerin değişebilme ihtimalini umar. Dolayısıyla onu kendi haline bırakmamak suretiyle düzelmesi umulan şeylerin ancak kendi çabasıyla değişebileceği, doğrulacağı ihtimalini aklına getirmemesi sağlanır. Ya kafasının sürekli işgal, iğdiş ve iğfal edilmesi ya kimin nasıl kazandığını düşünmeden habire çalıştırılması ya da bir şekilde haberdar olduklarıyla zihninin sürekli meşgul kılınması gerekir. Hayata daha birkaç yıl evvel gözlerini açmış bebelerin eğitimi için bilmem hangi kahramanın hayatını a’dan z’ye, e’den y’ye bilme zorunluluğu gibi… Vahşi bir orman içinde büyüyebilmeyi başaran o bebelerin her birini tepeden tırnağa kuşatan iktisap hırsı gibi… Çoktan belirlenmiş sınırlar dahilinde kendini gerçekleştirmek ve bunun kimin işine yaradığını hiç dert etmemek gibi… İnsan eğitilir; kendisinden daha güçlü olup hükmü geçenin işine yarayacak türden… Sonra çaresiz kendisine ulaştırılan emirleri yerine getirir. Yaratıcısından gelen emirler pratik faydaya dönüşmez; bir başka hayatı işaret eder. İnsan, kendi türünün güçlülerinin hesabına, anlık menfaat için her şeyi kabullenir. Yeryüzünün insan eliyle tahrif edildiğini, hemen her olumsuzun onun elinden çıktığını kabullenmek istemez. Ne huzur kalır geriye ne dirlik…

Standart bir kaos deneyiminde, ikna edilenler için hemen her şey aynı anda gerçekleşmekteymiş gibi görünür. Bir yanda bombalar patlar, diğer tarafta çatışmalar çıkar, ötede salgın hastalık baş gösterir, beride ekonomik kriz illallah dedirtir, başka yönde adaletsizlik, yolsuzluk, rüşvet, uyuşturucu, dolandırıcılık, mafyacılık, taciz tecavüz vs. arz-ı endam eder. Apayrı tarafta doğallaşmış afetler, olağanlaşmış musibetler baş gösterir. Ne yana bakılsa çaresizlik, neye sarılınsa tutarsızlık yaka silktirir.

Kitleler, nedeni tam olarak kestirilemeyen ama ucu bucağı da görünmeyen bir kaosa ikna edilir. Maruz kalınan zamanda mahiyeti belirsiz karmaşa için zaten neden sorulmaz. Her şeyi önüne katıp götüren, kabaran ve köpüren bir sel gibi insana yürüyen panik havası kan dondurur. Hem de karşılaşılan her şey anın sıcaklığında hiç geçmeyecekmiş, sonsuza değin kalacakmış hissi uyandırır. Lakin geçer. Bir müddet sonra sadece belli belirsiz izler kalır. Tümden unutulması bile mümkündür. Başkasına ait, şahit olunan ölümü anıştırır adeta. Ansızın ölen bir yakının hissedilen acısı nasıl unutulursa öyle unutulur. Ve bir ölümün er ya da geç unutulacak olması gerçeği nasıl ayrı bir bezginlik uyandırırsa, yaşanmakta olanın geçiciliği o an için akla düşse bile iticilikten başka bir his bağışlamaz. Hatta o durum kaybedilenin anısına ihanetmiş gibi anlaşılır ve zamanın geçirgenliği yaşanana ayrı bir değer atfetmeye sebep olur. Oysa hayatın doğal döngüsü içinde her şey ne kadar da olağan, nasıl da işinde gücündedir. Şayet öyle değilse alışılmışın dışında her şahit olunan için kıyametin kopması, yerin yerinden oynaması mı beklenmelidir?

Ortam bozuktur ve kaotik diye tanımlandığında bu kabulleniş ancak zulüm erbabının işini kolaylaştırır. Bu katlanılmaz bilinen standartlarda onlar tüm adaletsizliği, yolsuzluğu, uğursuzluğu, hadsizliği, hudutsuzluğu muhatap toplumun zihinsel karmaşasıyla kapatır. Nazi zulmünün neden ve nasıl çıktığı, önsel hareketlerin kimlere karşı ve ne zaman geliştirildiği, niye doğduğu ve hatta ne sonuç doğurduğu unutulur gider. İlerleyen ve kaosa dönüşen süreçte komünist düşmanlığı yerini aryen ırkın üstünlüğüne, faşizme bırakır; tarihin hiçbir döneminde yer tutamamış bir millete yurt edindirmeye doğru akar. Bu durumda belki ana gaye tümden ortadan kalkmaz da akış içre belirsizlik, asıl nedenleri unutturur. Zaten hamaset bir yürüdü mü durdurabilene aşk olsundur!

Hayata, insana, yaratılmışlara hâlâ hayretle bakabilen akıl ve vicdan sahipleri, yaşanan her günün artık kendilerinden eksilttiğini fark ederler. Akıl ve vicdandan eksilen her şey belki egemenlerin hanesine yazılır ama o kısım bile önemsiz görünür. Önemli olan, kalanların yaşayamaz hale gelmesi, hasta edilmesi, yataklara, hapislere, toprağa düşürülmesidir. Saçılan en son tohum şimdinin egemenlerini oluşturduğundan artık toprağa düşen her şey toprakta kalır. Geçekte tohum saçılan o topraktan bundan böyle TOKİ’ler, hastaneler, gökdelenler dışında bir şey çıkmaz. Nihayet hastane yapılmışsa ona müşteri de gerekir. Mezarcılar da evine ekmek götürebilmelidir.