SEÇİLEN Mİ KURTULUYOR, SEÇENLER Mİ

Çankaya seçimleri yaklaşıyor.

Geçmiş Çankaya seçimlerini gazete koleksiyonlarını karıştırarak bir bir hatırlatıyor medyacılar.

Hatırlanmasında fayda olan anılar...

T.Özal, Çankaya’ya çıkmadan önce Malatya’nın Şire pazarındaki bir kısım esnaf demiş ki: Sizi Çankaya’da görmek istiyoruz.

Benzer bir durumu Demirel de yaşamış. Afyon köylerinden gelen bir heyetin isteği de o meşhur istekten: sizi Çankaya’da görmek istiyoruz.

Bu olayların yorumu, görülmek istenenlerce ödüllendirilmek isteniyorum, diye anlaşılmış olsa da, çok çok farklıdır.

Bir şehir çarşısından ve bir ilin köylerinden seçilen temsilciler, sizi Çankaya’da görmek istiyoruz, derlerken anlatmak istedikleri şu idi:

Başbakan olarak bizi çok kötü idare ettin. Senden kurtuluşumuz sen Çankaya’ya çıkarsan olacak. (Ufukta seçim olmadığından) Tahammülümüz kalmadı. Anla ve Çankaya’ya çık. Belki yerine gelen yeni başbakanla biraz rahat nefes alabiliriz. Umut işte!

Onları, bu isteklerine, “Cumhurbaşkanını birkaç esnaf temsilcisi mi, yoksa birkaç köylü parçası mı seçecek Meclis ne güne duruyor ” diyerek muhalefet eden muhalefet partileri de anlamamıştı. Çünkü muhalefet, tıpkı bugünkü gibi o günlerde de çatılarda geziyordu. Halkın içinde tabanları yoktu.

Geçmişte yaşanan bu olayları yazarak, işte bugün o esnafların, o köylülerin Cumhurbaşkanı seçeceği günlere erdik, diyen gazetecilere de bizim bir diyeceğimiz var. Gerçi bizim bu diyeceğimizi geçmişte bir Hakkârili, bir bakana söylemişti. Tekrarında fayda var.

Hakkâri’ye İçişleri Bakanı gelmiş. Yanında vali ve diğer yüksek memurlar, yürüyorlar şehrin caddelerinde.

Belki bakan soruyordur, belki vali bey anlatıyordur yaptıklarını. Ki ikisi de biliyorlar tayin kararnamesinin yazılacağını. Bir Hakkârili çıkar Bakan’ın karşısına. Kendisinden beklenmeyen bir cesaretle ve belagatle konuşmaya başlar.

– Sayın Bakan’ım, bizim valimizi bize bağışla. Biz sayın valimizi başımızda isteriz. Alıştık ona.

Bakan’ın göğsü körük gibi, kabarmaktan. Valisinin istendiğini duymak gururlandırıyordur onu.

– İyi ama, sayın valimizin hizmet etmesi gereken başka iller de var.

– Oralara başka vali gönder sayın Bakan’ım. Sen bizim valimizi bize bağışla.

Valisine bu sahiplenmeye sevinirken Bakan Bey, bir soru sorar istek sahibi Hakkâriliye.

– Neden çok ısrarcısın Ne yaptı size Vali bey, ki çok istiyorsunuz kalmasını.

Hakkârili açık sözlü adam. Cevabı her dem taze kalır bu ülkede.

– Bu vali Hakkâri’yi yıktı, mahvetti. Başka şehirleri de yıkmasın. Bizi alıştık sayın. Almayın valimizi.

Taraf tutuyor diyenlere cevap olsun.

*

BEŞİ BİR ARADA, MENÜYÜ OKU

“Ekmek için Ekmeleddin” sloganını bulanları kutlamak gerek. Destekci diğer partileri de katmak istemiş olaya.

Ekmek, tamam. Ama kuru mu olacak

Hayır!

“Aş” çoktan hazır. Destekçi partilerden biri yıllardır “herkese aş” demiyor mu idi

Eh, şimdi ekmekler de Ekmeleddin’den... Gel keyfim gel, ya da yan gel de yat, günleri yoksa bu günler değil mi

*

UÇAN KUŞ, KONAN KUŞ

Adamın başına “Devlet kuşu kondu.”

“Devlet kuşu kondu.”

“Devlet kuşu...”

Çatı’ya Devlet Kuşu’nun rahatça bulması ve konması için mi çıkarmışlardı

Bu soruyu aklına getiren adam, bir soru daha sordu, devlet kuşunu bilenlere, görenlere... Hem de hayatını tehlikeye atarak...

Devlet kuşu, devlet kuşu diyorsunuz. Devlet’in kuşu uçuyor mu

Ardından kurşunlar sıktılar, koşarak kaçan adamın. Zor kurtardı canını.

*

EMANETÇİLİĞİNİ İTİRAF EDİYOR

Kılıçdaroğlu’nu partisinin grup toplantısında tenkit etmişler.

– Sen devletin savunucusu musun, Bahçeli Devlet’in savunucusu mu

Anlaşılan ortak yahut transfer adaylık durumlarını içlerine sindiremeyenler var. Lakin Kılıçdaroğlu’nun cevabı, maziye bak, ne kadar şendik, havasında ve hatırlatmasında...

– Sayın Bahçeli bize Ecevit’in emanetidir!

*

BU NE KOMPLEKS

Aday 70 yaşında olursa, elbette sloganı da nostaljik olur.

“Ekmek için Ekmeleddin.”

Ve buğday tarlası Türkiye.

Acaba “Toprak işleyenin, su kullananın” da diyecek mi

*

“BENİ TANIMIYORLAR” DEMİŞTİ

Çatı adaylığından Ekmekçibaşı’lığa geçiveren sayın İhsanoğlu, bir röportajında Suriyeli mültecilerden hazzetmediğini söylemiş kelimelerle, mimikleriyle...

Kapılarımızı açmamalıydık da demiş.

Çok çok eski bir tarihte yaşayan bir başka Ekmeleddin ile bir yoksulun karşılaşmasını anlatırsak, mesele daha anlaşılır olur.

YABANCI FUKARA

Meşhur hasislerden birinin kapısına bir gün bir dilenci geldi. Allah rızası için sadaka istedi.

Kapıyı açan hasis hiddetle bağırdı:

– Be adam şehirde bu kadar fukara varken yabancıya sadaka verilir mi Böyle rezalet olur mu Sen neye kendi memleketinde dinlenmiyorsun da buralara geliyorsun

Dilenci boynunu bükerek cevap verdi:

– Kızmayın benim mürüvvetli efendim... Yabancı değilim... Ben de bu memleketin ahalisindendim bir zamanlar...

Hasis bu sefer daha ziyade kızdı:

– Bak şu utanıp arlanmaz herife... Bir de yalan söylüyor... Sen eğer bu memleketin yabancısı olmasaydın benim ne adam olduğumu öğrenmiş bulunur, kapıma gelip boş yere nefes tüketmezdin.

*

KLASİKÇİ CHP’NİN,

SÜRPRİZCİ ADAYI

Basın toplantısında söylediği bir cümle var sayın İhsanoğlu’nun.

“İstikrarı sarsacak hiçbir şey yapmayacağıma millete söz veriyorum.”

A.N.Sezer olmayacağım diyor, CHP adayı olmama rağmen, diyor...

Anayasa kitapçığı fırlatmayacağım, diyor. Başbakan olacaklar benden korkmasınlar, diyor.

CHP adayı olmama rağmen, garanti ediyorum, diyor.

Neyi yapmayacağını söyleyen, neyi yapacağını niçin söylemiyor

Cevap başlıkta.

*

O, DAMADIN KESİCİ

OLANINI İSTERDİ

Adı ilk duyulduğunda destekleyenleri arasında sayılan Demirel’i hiç gündeme taşıyan yok.

Ne ziyaret edildi Ekmeleddin bey tarafından, ne de destekçi partiler arasında sayıldı adı. Hatta onun olduğu söylenen DYP adlı tabela partisi de hiç görünmedi sayın İhsanoğlu’yla.

“Demirel onu, Bilgiç’lerin damadı olduğu için tutuyor” pompacıları bugün ortada yok.

Sadettin Bilgiç’e particilik yaptırtmamak için AP’yi kapatan (mezarlığa gömen) Demirel, neden damatları üstünden barış imzalamış olsun

Hem sonra Demirel bir damat tercih edecekse, kendi damadı ne güne duruyor. Hem de Kılıçdaroğlu’na çok önceden tavsiyeli...

Medyanın ara sıra yayınladığı “Olağan Parti Kurucular” listelerinde sürekli adının geçmesi damadının, Demirel’i keser mi/tatmin eder mi

*

DÖNER EKMEKÇİ

İnsanların hatırlamalarını kolaylaştırmak gayesiyle adından yola çıkıp “Ekmek” sloganını bulanlar, tv’lerin beslenme programcılarına baskı yapması için Kılıçdaroğlu’nu ikna görevi vermişler sayın Bahçeli’ye.

“Zayıflamak istiyorsanız ekmeği kesin.”

“Kilo vermek isteyenler ekmeği unutsunlar.”

“Ekmek yok–Şişmanlık yok.”

Diyetçiler hep böyle derken tv kanallarında, artık demeyeceklermiş Kılıçdaroğlu’nun ricasıyla...

Günde üç-beş fırın açılışı da yaptı mı sayın Bahçeli ve Kılıçdaroğlu, “Ekmek” sloganını bularak köşe dönenlerin işi iş demektir.

*

aç, alacağı para kaç

Büyük bir şey olduğu 70 yaşından sonra ancak anlaşılabilinmiş çatı adayını birinci sayfalarında yazan kartel gazeteleri, bir İstanbul takımının yüksek ücretlerle getirdiği futbol takımı çalıştırıcısını da “Başarıya aç” olarak tanıtıyor okurlarına spor sayfalarında...

Ne demekmiş, ne olununca başarıya aç olunuyormuş

Şimdiye kadar çalıştırdığı hiçbir takımı şampiyon yapamamış.

Başarısızlığa müptela diyemiyorlar da, başarıya aç diyorlar. Kartelci mantığıdır bu.

Transferci İstanbul kulübü ona bir doyurma garantisi vermişse, nasıl bir şeydir bu

*

FB SERTİFİKALILAR

VE SİMİT TABALILAR

Brezilya-Almanya maçının öncesindeki bir sahne konuşuluyor futbol medyasında. Almanya Teknik Direktrü Löw ve Brezilya Teknik İdarecisi Parreira’nın aynı karedeki görüntüleri servis edilmiş dünya futbol seyircilerine.

Hazımsızlıktan muzdarip bir kalemşor herkesten önce davranmış ve yazıvermiş gazetesine.

“Fenerbahçe’nin kovdukları...”

Eteğindeki taşı, ta Brezilya üstünden atıyor! Maharetine sözümüz yok.

Belli bir zamanda Türkiye’ye gelmiş ve FB futbol takımını çalıştırma şerefine ermiş az sayıdaki futbol adamından ikisi, dünyanın bir yarı final futbol maçında karşı karşıya gelebiliyorlarsa, bu FB’nin iyi seçim yaptığını gösterir bir, FB’ye bir şeyler vermeye gelenlerin, ondan çok şey öğrenerek gittiklerini de gösterir iki. Kimi şampiyonluklara hazırlar gider (Löw gibi), kimi şampiyonluklara imza atar gider (Parreira gibi).

FB’de görev almış futbol adamları finaller oynatıyorlarsa şimdi ülkelerinin milli takımlarına, sormak gerek; Türkiye’nin diğer takımlarını çalıştıranlardan kim vardır oralarda

Maracana Stadının çevresinde simit satanları saymıyoruz. Belki birkaç isim sayabilirler onlardan ama, sorumuz Maracana Stadının saha kenarı için geçerlidir.

Etekteki taşlar bazan gelir, insanın kendi başına değer. Brezilya’yı dolaşması, ağırlık kazandırmıştır taşa.

*

Önce partisini öldürmüştü, sonra her şeyi

(Günümüz konjoktürü ile ne kadar benzer bilemem ama Yıldırım Akbulut’un, vakti zamanında bu satırların yazarına söylediği şu birkaç cümleyi de aktarayım size;

“Rahmetli Özal, Çankaya’ya cumhurbaşkanı olarak çıktığı zaman bana özel olarak şunları söylemişti. Bunu ilk kez aktarıyorum. ‘Her devletin doğup, büyüyüp, öldüğü gibi siyasi partiler de doğarlar, büyürler ve ölürler. ANAP şimdi öldü.’ Özal bana böyle dedi ama ‘öldü’ dediği partinin başına da beni geçirdi.”

Nasıl anlarsanız artık...)

Yukarıdaki anekdotu gazetemizin internet sorumlusu ve yazarımız Adnan Öksüz’ün 2 Temmuz 2014 tarihli yazısından aldım.

“ANAP şimdi öldü” diyor T.Özal, kendisini Çankaya’ya kapaklandırdıktan sonra.

Bir itiraftır bu. ANAP’ın niçin kurulduğunu, niçin iktidar olduğunu anlatır bize. İçinde hiç memleket sevgisi, millet sevgisi geçmeden...

Öldüğünü resmen ve alenen bildiği bir partiye Türkiye’yi ve hatta Ortadoğu’yu idare ettirten (!) bir T.Özal’dır şimdi rahmet okunan. İçindeki ne aşkıymış ama...

T.Özal ayrıntılarda gizlidir.

GEÇMİŞ ZAMAN PENCERESİNDEN

UKALALIK

Yetmiş beş yaşında ihtiyar bir adam anlattı:

— Siz benim fıkaralığıma, kılıksızlığıma bakmayın... Ben kendi akılsızlığım, ukalâlığım yüzünden bu hale geldim.

Yoksa gençliğimde talih bana da güler yüz göstermişti. Elli sene evvel Abdülhamide yaverlik ettiğimi söylersem inanır mısınız Bana, inanmazsınız... Fakat hakikattir... Anlatayım da bakın...

Genç bir mülâzimdim. Saray mensuplarından bir akrabamın tavsiyesi üzerine beni Abdülhamidin maiyet taburlarına, tayin etmişlerdi. Çehrem, kıyafetim nedense padişaha emniyet vermişti. Abdül- hamit bir yere gittiği zaman beni de beraber alıyor ve bana pek çok iltifat ediyordu.

Hiç unutmam bir ramazan günü Topkapı Sarayında Hırkai Saadet alayına gitmiştik. Abdülhamit baş mabeyinci ile beraber sarayın odalarını geziyor, ben de sekiz on adım geriden onları takip ediyordum.

Bir aralık padişah acemce bir levhanın önünde durdu. Baş mabeyinciye:

— Şunu okuyabilir misiniz dedi.

Baş mabeyinci levhayı hecelemeğe çalıştı. Kem küm etti, bir türlü söktüremedi: neticede yüzüne gözüne bulaştırarak rezil oldu.

Halbuki bu levha gayet basit bir şeydi.

Hani «Hacı olmak istersen kalpleri kazan. Çünkü Kâbeyi İbrahim yapmıştır, kalbi Allah» mealinde bir Farisî kıt’a vardır ya... İşte o... Başmabeyinci ellerini uğuşturarak kızarıp bozarıyor, padişahın karşısında yerin dibine giriyordu.

Bana gelince, bulunduğum yerde bir süvari beygiri gibi eşiniyor, içimden «ah padişah şunu bana da sorsa da ne adam olduğumu göstersem» diyordum. Abdülhamit bu asabiyetimi sezdi mi ne yaptı bilmiyorum, bana:

— Yaver bey... Siz okuyabilir misiniz dedi. Çizmelerimi birbirine çarpıp bir cakalı selam çaktım, sonra bir kaç adım ilerliyerek levhayı gürül gürül okumağa başladım...

“Di/ bedest aver ki haccü ekberest„

ilâh ilâh... Yani şair demek istiyor ki efendimiz... kalbleri ele al ki haccı ekber denen yedi katlı hac da bundan başka şey değildir... ilâh ilâh...

Kıt’anın tercümesini bitirdikten sonra tekrar bir selâm çakarak yerimde rahat durdum. Fakat yüreğim göğsümden dışarı fırlıyacak gibi çarpıyordu. Nihayet derin malûmatımı padişaha göstermeğe muvaffak olmuş, fazla olarak da başmabeyincinin cehlini meydana çıkarmıştım.

Pek çok geçmeden Abdülhamidin bu adamı atıp yerine beni tayin edeceğinden hiç şüphe etmiyordum. Maamafih padişah umduğum kadar takdir etmedi:

— Çok âlâ... Çok âlâ, dedikten sonra yürüdü.

Biraz sonra yalnız kaldığımız zaman başmabeyinci bana: Sen ne yaptın dedi.

— Ne yaptım efendim

— Be budala... Sen benim fariside ve arabideki kudretimi bilmiyor musun ”

O kıt’ayı ben okuyup tercüme edemez miydim Padişah levhalara bakarken bu kıt’ayı okudu, yarım yamalak anladığını görerek sevindi. Bunu bize de okuyup anlatarak kendi bilgisile iftihar edecekti. Halbuki sen buna meydan bırakmadın.

Bir hafta sonra beni besbelli farisideki ihtisasımdan istifade edilmek üzere Acem hududunu bekliyen bir bölüğe yüzbaşı gönderiyorlardı.

Not: Hangi tarihçiye sorsanız size Abdulhamit Han’ın çok iyi derecede farsça bildiğini söyler. Ben sordum, söylediler. Osmanlıca, Farsça yakınlığı ise bir başka dikkat noktası. Yarım yamalak anlayan ve bu yarım anlayışı ile çevresince alkışlanan bir padişah imajı çizen bu yazı, milli şef devrinde atılan bizi cahil padişahlar idare etti, nutuklarına destek için yazılmıştır.

DELİKANLI VE AİLESİ

Delikanlı bu, yolların ucunu düşünmez,

Meraklıdır her yola, kendini atıverir;

Tedbirli aile, hep takip eder, üşen ez,

Doğru yola sevk eder, binecek atı verir.

Delikanlı bu, bilmez derinini sığını,

Merak doludur, her an her suya dalıverir;

Tedbirli aile, gözler de her yaptığını,

Yakın takiptedir, koşar ona dalı verir.

 Delikanlı bu, denizi görür kanatlanır,

Tedbirsizce kendini sulara salıverir;

Ekrem Şama