GDOlular devrinde...
- Usta! Ben geldim usta!
- Gözlerimiz yollarda kaldı. Dedik ki Numan nerede kaldı
- HASta idim usta.
- Geçmiş olsun. Hastaneden mi giydirdiler
- Yok, yok! Senin terzine uğradım. Ustasına benzemeyen çırak utansın hesabı...
Normal şartlar altında ve bu sayfadan bakınca AKP-Has Parti birleşiyor olayına, dialogları böyle olsa gerekir. Aracılar henüz konuşmamış ve internet ortamına düşmemişse de ses kayıtları, biz böyle diyorsak böyledir; dialogcuların itirazlarına rağmen böyledir. Gazetelerde köşesi olan yazar takımı hiç bu kadar birlik içinde olmamıştı. Erdoğan çok doğru bir iş yaptı, diye başladıkları yazılarını, tam zamanında yaptı, diye bitirirlerken, okuyucularını hesaba katmadılar.
Tek hesapları AKPden iyi puan almak üstüne midir Sormasak olmaz.
Yazar takımı ile tv kanallarında oturumlara çıkan konuşan takımın durumu farklı mı Hayır! Onlarında ortak kanaati, Erdoğan çok doğru bir iş yaptı ve tam zamanında yaptı.
İşte bu noktada medya beylerine şu sorular sorulamaz mı
Erdoğan, Kurtulmuş ve partisine haydi gelin demeseydi, acaba hanginiz onu suçlayan yazılar yazacaktınız Neden hala doğru bir iş yapmıyorsun Aman yanlış anlama sayın Başbakanımız, Kurtulmuşu ve partisini çağırdığını duymadığımız için sabrımız taşıyor icabında. Yoksa diğer bütün işlerin doğrudur.Böyle bir yazı yazdınız mı, yazabildiniz mi Tam yazacaktınız, Erdoğan, Kurtulmuşu ve partisini, partisine davet ediverdi.
Yani tam zamanında dediğiniz iş gerçekleşti.
Kuzum, sizler, anlı şanlı kalemşorlar ve tv programlarını laflarıyla dolduranlar olarak ne zamandan beri Erdoğanmetre ya da Erdoganölçer oldunuz
Biriminiz ne Kilo mu, metre mi, yoksa küp mü
Ayarınız ne Londra yakınlarındaki Greenwich saat merkezi mi Okyanusun neresi
Diyelim ki Erdoğan bahis mevzuu daveti bir ay önce yapsa idi veya bir ay on gün sonra yapsa idi; sizin yazılarınız bir aylık hata ile erken oldu veya bir ay on günlük bir gecikme sözkonusudur, şeklinde mi başlayacaktı köşelerinizde
Ama o zaman siz Erdoğandan daha iyi bilmiş olacaktınız, değil mi Yani Erdoğanmetre veya Erdoğanölçer olduğunuzdan...
Gelin olaya, yani Erdoğanın Kurtulmuş ve partisine yaptığı davetin niçinine bakalım önce. Bilinen gerçek: Erdoğan, yetiştiği yurttan, ocaktan, partiden kendini ve hayallerini aldı gitti ve bir başka yeri, yurdu, partiyi mekan eyledi kendine. Ki gittiği o yer, normal zamanlarda yaşama şansı bulamamış ihtilal artığı partilerden kalan viraneler ya da kaybolan mezarlık alanlarıydı.
Terketmekle iyi yapmadım mı yoksa, kıvrandırmasının uykular kaçırmasından bir nebze dahi olsa "Kurtulmuş" olmak uğruna Numan transferi niçin gelmez akıllarına
Üstelik en çok ve en tanımlı -Karun meselesi- suçlayanın, yanına gelmesinin Erdoğanı rahatlatmasını anlamak için illa psikiyatr mı olmak gerekir
Buradan, bu sayfadan bakınca Numan Kurtulmuş, gerçekten "kurtulmuş" mudur acaba Bir soralım.
Teklif almayı seven bir yapıda olması sayın Kurtulmuşun ve bu yapısını iyi bilen Erdoğanın ikinci teklifinde koşa koşa gitmesi, tam zamanında doğru teklif yorumlarının neresine düşer Maazallah ya başkaları başka tekliflerle gelseydiler Kurtulmuşumuza, korkusunun oranı ne
- Bana Erdoğanın teklifini siz duysaydınız...
Kendisinden rapor istendiğinde böyle dememiş mi idi Halbuki kendisiydi teklif makamında oturan; ki Erdoğan ondan önce davranıp bir teklif yapmış olsa dahi... Ey Erdoğan! Bir teklif yapılacaksa onu ancak ben yaparım, sen değil. Ve işte yapıyorum: AKPni ve başbakanlığı bırak buraya gel. Şimdi doğru zamandır, burası da doğru yerdir. Duyduğu o teklif, artık nasıl bir teklifse, -gerçi bizim bir tahminimiz var- yedi bitirdi, adı geçen zat-ı muhteremi, HASta etti. Postacı kapıyı iki kere çalar, Erdoğanda iki kere teklif yapar kuralı gerçekleşince, yolcudur Abbas bağlasan durmaz.
Tekliflere açık olması bir siyasetçinin ve partisini alıp götürmesi işte bu ülkede medya kalemşorlarınca tam zamanında doğru transfer olarak tanımlanıyorsa yapacak hiçbirşey bulamadığından Kılıçdaroğlu ikide bir Kurultay yapıyor.
Yetiştirilen yerlerde bir hata aranabilinir mi Sorusu akla gelirse, Kapasiteleri bu kadarsa, kim daha ne yapabilirdi cevabı verilebilir.
Ey Erez, kime garez
Transfer haberlerinin yanına düşen "TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu"nda sıraya girenlerin ifadelerinde de teklif almak ihaleciliğinin itirafları var. Yani teklif alıp, verme işi çoktan ulusal bir iş olmuş bizim ülkemizde. 28 Şubatta durduğu yerde "Başbakanlık" teklif edilen Yalım Ereze komisyon üyeleri neden sormuyorlar, anlamak zor. Sen kimdin ki, sana başbakanlık verdiler Partinizin tüzüğünde mi yazıyordu: Yalım Ereze teklif edilebilir, diye Yoksa seçim meydanlarında mı açıklamıştınız, genel başkanımıza verilmeyen başbakanlık Yalım Ereze verilebilir, diye
Komisyon üyeleri böyle sorular sormuyorlar. İfadeciler de kafalarına gore anlatıyorlar: Ecevitle Mesut Yılmaz bana dedi ki: Biz Demirele söyleriz. Sen başbakan ol.
Yani demeliydi komisyon üyeleri, Demirel, Ecevitle Mesut Yılmazın dediklerini yapma memuru mu idi Hem sonra neyin karşılığında sana başbakanlık teklif ediyordu Ecevitle Mesut Yılmaz
Onların menfaati ne olacaktı, sen başbakan olduğunda Lakin komisyon üyelerine soru sorma yorgunluğu hakim. Kimse ağzını açmamış. 28 Şubat başbakanı Yalım Erez anlatmaya devamda: Erbakanı uyardım! Başlık bu. Ne hikmetse 28 Şubatta herkesin bir görevi de Erbakanı uyarmak olmuş. "Siz Başbakansanız o paşa Erzurumda oturmamalı." Böyle dedim diyor Yalım Erez. Medyanın karşısında mı demiş Partisinin toplantısında mı demiş Girip çıkarken Çankayada oturan zata mı demiş Hayır! Şimdi kalkmış ben Erbakana demiştim diyor. Komisyondakiler de sormuyor: Mikrofon kullanmak aklınıza gelmedi mi Yoksa başbakanlık teklifi almanız senaryosunun bir gereği mi idi o generalin yanlışlığı, suçu, günahı, hatası, edep eksikliği...
Erbakan sizin de başbakanınız değil mi idi
Tarihte Mizah
Yaman bir kahraman
Türk edebiyat ve basın tarihinin büyük emektarlarından biri olan Ahmet Mithat Efendi, çabuk, kolay ve uzun yazı yazmakla tanınmıştı. Bilim ve sanat da dahil, kalemini dokundurmadığı konu yok gibi idi. Binleri aşan makaleleri dışında yüzleri aşan yayınlanmış kitabı vardı. Bunların adlarını kendisi de hatırlayıp sayamaz, yalnız zaman zaman onları üstüste koyarak, boyunu fazlasıyla aşması ile övünürdü.
Ulusal kültürümüze özellikle kendi çağında eşsiz faydalar sağlamış olan bu büyük yazar hakkında, gerek özel hayatı, gerek meslek hayatı ile ilgili pek çok anı vardır. Bunlardan biri de şudur:
Ahmet Mithat Efendi; "Aleksandr Duma yapar da ben yapamaz mıyım " Diyerek, bir ara uzun, pek uzun romanlar yazmaya başlamıştı. Gazetesinin gedikli tiryakileri de bunları severek izledikleri için, üstad bu çeşitten macera romanlarına bir başladı mı, Allah yarattı demiyor, üç ay, dört ay, altı ay sürdürüp gidiyordu. Hele okuyucuların bu bitip tükenmez zincirleme maceralardan usanmadıklarını sezince, bazan dozu alabildiğine kaçırıyordu.
Bir defasında yine böyle bir romana başlamıştı. Eser tutunduğu için Ahmet Mithat Efendi, hızını bir türlü alamıyor, dayandıkça dayanıyordu. Nihayet, altı ayın çoktan dolduğunu gören bazı yakınları kendisine:
"- Aman üstad; etme eyleme. Bu roman yılan hikayesine döndü, artık bir himmet et de şunu bir sonuca bağla.."
"- Bırakın yahu; devam etsin, görüyorsunuz ki okuyucular pek memnun.."
Gibilerden savsaklamağa çalıştı ise de, onların sürüp giden uyarmaları karşısında, çaresiz, romanı tamamlamağa karar verdi. Bunun için de eserin baş kahramanını öldürmek gerekiyordu. Öyle yaptı. Kahramanı ağır bir kazaya uğratıp öldürdü. Bu ölümden sonra, romanın enine boyuna dal budak salmış olaylarını derleyip toplamak, beş on gün içinde (Hatime) demek lazım geliyordu.
Ancak, umulmadık bir hal meydana geldi: Bir yıla yakındır haşır neşir olarak okumakta oldukları romanın, kahramanının ölümü ile, yakında sona ereceğini sezinliyen okuyucular, bu duruma adeta isyan etttiler, "Üstad ne yaptın Kahramanı neden öldürdün Ne kadar alışmıştık, ne güzel tatlı tatlı okuyorduk." Yollu itirazlar yağdırmaya başladılar. Bu itirazlar öylesine çoktu ki, Ahmet Mithat Efendi, kendisine "Artık romanı tamamla" diyenlere:
" - Gördünüz mü Hakkım yok mu imiş Okuyucuların arzusuna karşı gelinir mi hiç "
Tarzında söylendikten sonra, ertesi gün gazetesinde şuna benzer bir açıklamada bulundu:
"Kariin-i Kirama!"
Bundan bir kaç gün önceki tefrikamızda her ne kadar romanımızın kahramanının vefat ettiğini bildirmiş idiysek de, bu kere memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz ki bu bir ölüm olmayıp bayılma imiş. Elhamdülillah kahramanımız sağ ve sıhhattedir. Binaenaleyh romanımız devam edecektir."
Ve bu yeni hızla tefrika, daha birkaç ay uzayıp gitti...
Hamiş: Kırk sayfalık Reşat Nuri romanlarından beş yıllık (250-300 hafta) dizi senaryosu çıkaranlar Ahmet Mithat Efendi okuyucularından son kalanlar mı idiler
Hürriyet
İkinci Dünya Harbi daha çıkmamış. Harbin lehinde ve aleyhinde herkes fikir beyan etmekte serbest.
Bir İngiliz gazetesi de anket yapmakta; çıkması muhtemel harp üstüne. Olsun mu, olmasın mı Olursa ne olur
Bernard Shawın cevabı şudur, muhatabı anketçi gazetenin yazarına.
- Birinci Dünya Harbi milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Insanların ihtiyacı olan milyonlarca ton malzeme, erzak harap oldu. Şehirler tahrip edildi. Çocuklar babasız, kadınlar kocasız kaldı. Fakat buna mukabil Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldı. Çarlık yıkıldı. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı.
Eğer İkinci Dünya Harbi sonunda da İngiltere İmparatorluğu yıkılacaksa elbette razıyım, elbette harbe taraftarım.
Bu cevap, Bernard Shawa karşı bir harp açılmasına sebep olur.
- Bunları diyorsun, bunları yazıyorsun, hala hürriyetsizlikten şikayet ediyorsun.
Cevabına bakın Bernard Shawın.
- Siz benim yazdıklarımla hürriyeti ölçüyorsunuz. Yazdıklarıma bakıp, hürriyeti anlıyorsunuz. Bir de yazamadıklarımı görseydiniz, o zaman da hürriyetsizliği anlardınız.
Yavrum Mesut Ve The Şapgalı Baba
Güneş vardı da kurutmadık mı
- Alo! The Şapgalı baba güneş nerde yahu
- Ne güneşi yavrum Mesut Güneş motel mi Binaenaleyh kör mü oldun Tankları görememen artık önemli değil. Fevkalade üzülme.
- Elimde çamaşırlarım var, the Şapgalı baba. Sana güneşi soruyorum yahu.
- Ne çamaşırı yavrum Mesut Binaenaleyh bu koku da ne
- Çamaşırlar benim çamaşırlarım. Güneş nerde yahu.
- Anladım yavrum Mesut anladım. Binaenaleyh seni komisyona çağırmışlar. Vücudun fevkalade tepki vermiş. Korkma yavrum Mesut korkma.
- Evet, çok koktu the Şapgalı baba. Güneş nerdeydi yahu.
- Sen Viyanaya gitmiş adamsın yavrum Mesut. Binaenaleyh cemalinin değiştirilmesi bu kadar korkutmamıştı seni. Komisyon dediğin fevkalade sessiz insanlar. Güneşi ne yapacaktın yavrum Mesut
- Çamaşırlarımı kurutacağım the Şapgalı baba. Çok ıslandılar yahu.
- Dünkü güneşte bugünkü çamaşır kurutulmaz yavrum Mesut. Binaenaleyh ıslanan, ıslanmıştır. Fevkalade kurut öyle gel.
- Nerde kurutayım yahu.
- Bugünkü güneşte dünkü çamaşır kurutulmaz yavrum Mesut. Binaenaleyh ben böyle mi demiştim Çamaşırları fevkalade karıştırdım yavrum Mesut. Haydi komisyona git.
- Böyle mi gideyim the Şapgalı baba. Hangi güneşte kurutacaktım yahu
- Öyle kalsın, belge olur. Binaenaleyh Viyanadaki fotoğrafcıya poz verir gibi durma öyle. Fevkalade üzülüyorum haline yavrum Mesut.
- Keşke diyorum çamura oturarak alıştırsaydım kendimi the Şapgalı baba. Şimdi titremezdim yahu.
- Bana çamur atma. Binaenaleyh bende çamaşır vardı da sana vermedim mi Hangi güneşte kurutacaksan kurut, fevkalade kokuyorsun yavrum Mesut.
Bin Derde Deva
Hikaye malüm; bir orta Anadolulu ile bir Trabzonlu knuşurlarken, söz Hamsi balığına gelip dayanmış. Trabzonlu, hamsinin kırk türlü yemeği olacağını söyleyince orta Anadolulu:
- İmkanı yok, bu kadar çok çeşitte yemek yapılamaz, say bana bakalım bu kırk türlü yemeğin adlarını...
Demiş; fakat Trabzonlunun
- Biir, hoşafı...
Şeklinde saymaya başlaması üzerine:
- Dur, dur gerisini sayma; hoşafı olduktan sonra kırk değil, dört yüzü de olsa şaşmam artık.
Deyip işi kapatmış.
Oysa ki, hoşafı olması ne demek, hamsi meğer bin bir derde deva bir ilaçmış ta.. Bakınız, Trabzonlu bölge şairlerinden Hasan Tifli efendi, bu velinimet balığı nasıl anlatıyor:
Hamsinin hem çorbası, hem tatlısı, hem nânı var;
Akla gelmez nice nice lutf-i bi pâyânı var.
Kem nazarla bakma hamsiye, gıda-yı ruhtur;
Bir ecelden başka cümle illete dermanı var...
Göz - Kulak
Hayvan da bizim gibi gözlü kulaklı,
Hayvanlardan farkımız ise kul aklı.
Nimetleri tanıtan, göz ve kulaktır,
Ancak şükretmesini bilen kul aktır...
Ekrem Şama