Ülkemizin dış ticaret açığı, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2014 yılının ilk 8 ayında 54 milyar dolar olarak gerçekleşti. Geçen seneki açık ise 100 milyar dolardı. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 60 civarında; yani 100 TL’lik ithalata karşılık sadece 60 TL’lik ihracat yapıyoruz.

Maalesef Türkiye, 2. Dünya Savaşı sonrası, sadece 1946 yılı hariç, her sene dış ticaret açığı vermiş. Yine TÜİK rakamlarına göre, 1945 sonrası dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı ortalama yıllık yüzde 52. Yani Türkiye özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası dış ticarette hep başarısız olmuş. Yaptığımız ihracat ithalatın ancak yarısını karşılamış. Bu 70 senedir böyle sürüp gitmekte…

Ancak 1970’li yıllardan itibaren gelişmekte olan Uzakdoğu ülkeleri, başta Güney Kore olmak üzere, Tayvan (eski Milliyetçi Çin), Singapur ve Kıta Çini, sürekli dış ticaret fazlası vermekteler.

Bu neden böyle acaba dersek Bunu uygulanan sanayileşme politikaları ile açıklamak mümkün. Şöyle ki;

Üniversitelerin ekonomi bölümlerinden mezun olan hemen hemen herkes, başta ABD ve İngiltere olmak üzere bugünün gelişmiş ülkelerinin; liberal ekonomi politikalarıyla, yani serbest dış ticaret, sanayide korumacılığın terk edilmesi, özel sektör girişimciliğin desteklenmesi ve devletin ekonomiye minimum müdahalesiyle gelişmiş olduklarını zannetmektedir. Bu yaygın kanı sadece üniversite camiasında değil, iş dünyası ve siyaset alanında da görülmektedir.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere on yıllardır; dış ticareti serbestleştirerek, sanayileşmeye devlet desteğini keserek, finans piyasalarını dışa açarak gelişmiş bir ekonomiye sahip olunacağı iddiası pompalanmaktadır.

Neden Çünkü “zamanında sanayi devriminin gerçekleştiği İngiltere bu şekilde üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluğa dönüşmüş, ABD ise yine bu politikalarla dünyanın süper gücü olmuştur” denilmektedir.

Peki, bu mutlak doğruymuş gibi sunulan, aslında bir iddia olan anlayış tarihsel gerçeklere ne kadar uygundur, bir bakalım:

İngiltere, liberal ekonominin doğduğu topraklar olarak bilinir ve liberal ekonomi politikalarıyla sanayi devrimini gerçekleştirerek modern sanayiyi ortaya çıkardığı söylenir. Genel iddia budur. Hâlbuki İngiltere 1860 yılında Gladstone Hükümeti ile gerçek anlamda liberal politikalar uygulamaya başlamıştır. Yani sanayi devriminin başlamasından tam 110 yıl, 1815 yılında Napolyon’u yenip, İngiltere’nin dünyanın süper gücü konumuna gelmesinden tam 45 yıl sonra!  Ki bu uygulama da sadece 20 yıl sürmüş ve ağırlıklı olarak tarımsal ürünlerde uygulanmıştır. Almanya hızla sanayileşip İngiltere’ye rakip olmaya başladıkça, İngiltere dış ticarette korumacılığa dönmüş, özellikle Almanya’ya makine ithalatına yasaklama getirilmiştir. Çünkü Almanlar İngiliz makinalarının taklitlerini üretmeye başlamışlardır.

ABD ise 1945 yılına kadar (yanlış okumadınız 1945 yılına kadar) kendi sanayisini korumuş, serbest dış ticaret politikası uygulamamış, kendi sanayi ürünlerini desteklemiştir. 1945 tarihi önemlidir, çünkü 1945 yılında 2. Dünya Savaşı bitmiş, Almanya, Fransa ve Rusya harabeye dönmüş, İngiliz ekonomisi ise son derece zayıflamıştır. Bu nedenle ABD tüm dünyada serbest ticareti savunmaya başlamıştır. Neden Çünkü savaş yüzünden çökmüş ekonomilere kendi sanayi ürünlerini satabilmek için…

Yukarıda yazdığımız iki örnekten de anlaşılacağı üzere, hem İngiltere, hem de ABD, sanayileşmiş bir ekonomiye sahip olana kadar, serbest dış ticaret ve sanayide korumacılığın kaldırılmasını savunmamışlardır.

Kısaca özetlersek; 1700’lerin sonları ve 1800’lerin ortalarına kadar İngiltere, 1870’lerden başlayarak Almanya, 1945’e kadar ABD, 1960 ve 1970’lerde Japonya, 1970’ler ve 1980’lerde Güney Kore ve Tayvan; liberal politikaları reddederek, kendi sanayilerini korumuşlar, dış ticaretlerini serbestleştirmemişler, özellikle teknoloji ve sanayiye yoğun devlet desteği akıtmışlar ve en önemlisi finans piyasalarını dışa açmayarak sabit kur politikası uygulamış ve kendi paralarının değerini ihracatlarını artırmak için düşük tutmuşlardır.