SON günlerde bir sosyolojik çalışma gündemde, “gençlerde din yorgunluğu”.
Bu yorgunluk sadece gençlerde değil ki.
Kadınlarda had safhada, televizyonların sabah kuşakları, diziler, sosyal medya , güzellik öğütleri onlarda dine ayıracak vakit bırakmadı.
Zenginlerde din yorgunluğu zirvede, para kazanmayı dert edineli beri dini düşünecek takat kalmadı, lüks sitelerin çoğunda cami yok, burada yaşayanların bir kısmı da dindar gözükenler.
Erkeklerde yorgunluk hesapsız, seksenlerde Timurtaş Uçar’ın vaazlarında camilerde yer kalmazdı, şimdi kimsenin umurunda değil.
Gençlerde talep yok, medreseler talebe bulamamakta, yine seksenlerde hafız olabilmek için buralara bir akın vardı.
Şimdi herkes diploma istemekte, bir işe yerleşmeyi arzu etmekte, medrese de bu resmi diplomayı veremeyince oralar da boşaldı.
O zaman Müslümanlar sekülerleşti mi diyebilirsiniz, AVM’lerin örtülü müdavimlerine bakıp da.
O gün, vaaz bitsin, işimiz var diye gözüne baktılar, anladı hoca hanım, sohbet bıçak gibi kesildi, fakat kimse gitmedi, ikram geldi, onu yediler yine kalkan olmadı, kendi aralarında daha derin sohbete daldılar.
Turşu yapımından çocuğunun öğretmeninin eğitim eksikliğine değin.
Zira “komşuluk yorgunluğu” da had safhada idi, birbirlerini göremiyorlardı.
Aralarında, hoca hanımda dozunda şurubu ayarlamalı, çok uzatarak insanların dinleme sınırını aşmamalı, Hz. Peygamber sık sık vaaz vermezdi ve insanları sıkmaz, az konuşurdu, dediler.
Bir ara, İran eksenli “tesettür yorgunu” gençlerden bahsedilmişti. Bu gençler yerleşik düzene karşı bir başkaldırı olarak saçlarını açarak özgürlük taleplerini iletmekte idiler.
Elbet ülkemizde de benzer bir olgu yaşanmakta, yeni kuşaklar daha fazla belirleyici olarak örtü biçimini kendisi tasarlayıp üzerine geçirmekte.
Zira “sosyal dışlanma” gibi bir toplumsal baskıdan mustaripler.
Toplumla bağlarının kopmasını istemediklerinden belki de, pek çok dindar ailenin çocukları tesettürden uzak durmakta.
Çünkü gençler daha ağır eğretiliklerin altında ezilmekteler.
Atanamayan iki öğretmenin intiharı, onların nasıl hayattan koptuklarını ölümün soğuk yüzü ile gösterdi.
Gelir dağılımında gittikçe artan eşitsizlikler, yoksulluklar, güvencesizlikler, ayırımcılıklar, göçler, kültürel uyumsuzluklar. Karar alma ve siyasal yaşama katılımdan dışlanma.
Bütün bunlar sadece dinle değil, hayatla da bağlarını koparmakta.
Fakat en ziyade yorgunluk, ahlakta.
Dindar kesimin ahlakı fazla da dert edinmemesi sorun olmakta, karşılarında havari görmek isteyen seküler kesim için yıkım başlamakta.
Bir güvendiğimiz sizdiniz, tutunacak dalımız kalmadı sitemlerindeler.
Dindarlar, dindarları üzmekte, eksikliklerinin ceremesini çektirmekteler.
Namazlı diye tezgâhına yöneldiğimiz pazarcı, tamirci, eczacı, hekimden de ahlak yorgunu tavırlar gördüğümüzde, daha tez yıkılmaktayız.
Akşama kadar binlerce salâvat çekerek dinini ikmal etmiş sayanlar için, çiçeklere, ağaçlara, sonbahara, pastoral tablolara bakıp Rahman’ı sevgi ile anımsamak, zaten en kapsamlı zikir iken.
Dahası camiye gidip, lakin komşusunun havasını güneşini rüzgârını çalacak kadar büyük hırsızlık yapıp, azman apartmanı ile komşusunun küçük kulübesini karanlıkta koyanın ahlak yorgunu olduğu o kadar bariz iken.
Ümmetin malı olan arazileri, ormanları, sahilleri gasp eden haramileri de eklersek, nasıl dinden uzaklaşılmasın.
Gençlerin din yorgunluğu, biraz da direnmeden alıştan kaynaklanmakta, “devlet feminizmi” gibi olunca dini değerler, usançtalar.
Seksen ihtilalinden sonra televizyonlarda veryansın edilen Atatürk İlke ve İnkılâpları yayınları, o dönemde müthiş bir yorgunluk oluşturmuş, gençler daha özgür buldukları dine sempati duymuşlardı.
Şimdi de niteliğini düşünmeden, içini kalite ile doldurmadan her köşeye açılan dini okulların da umarım büyük sorunları olmaz.
Elbet yeni nesil, bizim dönemden daha farklı algılara sahip.
Yeni kuşaklar, çatışmadan değil, uzlaşmadan yana, “Ben böyle giyinirsem meydan okur gibi algılanmak istemiyorum” demekte.
Hâsılı barış çubuğunu yeşil tutan iyi niyet sahibi yeni nesillerin dini daha ileriye götüreceğine inancımız tam.