Bugün, gitgide daha da vahim bir hâl alan bir fitne ile hepimiz karşı karşıyayız. Karışık ortamlara girip çıktıkça şahit oluruz çağın bu vebasına. Okul önlerinden geçerken, gençlerin takıldığı mekânlardan ya da kalabalık caddelerden yürürken gözümüz hemen takılır bu çarpıklığa. Üçerli beşerli gruplar halinde oturan, yürüyen, yiyip içen, eğlenen, okuyan gençler... Garip olan bu değil elbette. Asıl sıkıntı bu grupların karma olması ve bizim de bu karmalığa alışmamız.

Sahi biz ne zaman bu denli alıştık bu görüntülere Fıtrata bile aykırı olan bu fotoğraf kareleri nasıl bu kadar doldurdu gözlerimizi İlkokulda başladığımız karma ortam daha o zamanlar çocuk olduğumuz için hiç rahatsız etmedi bizi. Ortaokul ve liseye geldiğimiz zaman çoktan alışmıştık zaten. Hele üniversite dediğimiz yer gençlik dizilerinden de çok fazla aşina olduğumuz bir fitne ortamıydı fakat biz farkında değildik. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen kafa dengi arkadaşlarımızla cafelerde oturup çay içerken, sinemalara gidip film izlerken, her hangi bir arkadaşımızın doğduğu günü kutlarken, okul projelerine kafa yorarken, mezuniyet fotoğrafı çektirirken gayet samimiydik ve çağa ayak uyduruyorduk! Öyle ya çağın gerisinde kalmamak için biz de herkes gibi olmalıydık. Herkes gibi rahat, herkes kadar umarsız, sanki bir gün bir yere hesap vermeyecekmişiz gibi davranmalıydık. Hatta bu rahatlık öyle bir boyut almalıydı ki bu arkadaş ortamlarını herkesin göreceğini bile bile sosyal medya hesabımızda paylaşmalı üstüne bir de etiket yapmalıydık...

Çağdaş(!) olmak adına en yakın arkadaşımız her zaman için bir karşı cins olmalıydı. Daha çocukça tabirle “Kanka” biraz daha edebi takıldığımız zaman “Dostum” diyeceğimiz en samimi arkadaşımız illaki karşı cinsten olmalıydı ki daha afilli olsun. “Biz sadece arkadaşız, birbirimize farklı gözle bakmayız” palavralarını atmayı unutmamalıydık ama. Gönüllüsü olarak çalıştığımız vakfımızda, delisi olduğumuz davamızda da olmalıydı bu arkadaşlardan. Bunlarla çay bahçelerinde oturup sinemalara gidemezdik belki ama karşılaştığımız bir ortamda da rahatımızı bozmazdık. Neticede ya bacısıydık birbirimizin ya da abisi. Bizi bir araya getiren aynı gaye aynı amaç aynı davaydı ya, mahremiyet sınırları sökmezdi bize. “Abicim” derken nasıl da masumduk davamızın delikanlısına. “Bacım” derken ne kadar da sahipleniciydik partimizin kızına. Ama günahımızı almasın kimse öz kardeşimiz gibi görürdük birbirimizi!

Bir de tebliğe ihtiyacı olan hanım kardeşlerimiz için kendimizi feda etmeliydik. Baktık ki okuduğumuz okulda, dershanede bir bacımız kurallara uygun yaşamıyor, baktık ki tesettürüne tam olarak riayet etmiyor, ona hemen yaklaşmalı ve aslolan kuralları, sınırları anlatmalıydık. O tesettüre girene kadar her ortamda onu takip edip, her fırsatta konuşmalıydık. Okul yolunda beraber yürümeli, dershane kantininde birlikte çay içmeliydik ki görevimizi tam olarak yerine getirebilelim. Hele bir de ailevi sorunlarını dinleyip de dertlerine derman olabilirsek ya da onu hayata daha iyi hazırlamak için şimdilerin tabiriyle yaşam koçluğu yapabilirsek bizden daha fedakârı, daha sağlam tebliğcisi olamazdı! Ama fesatlık yapmasın kimse, din kardeşimizdi o bizim!

Evet, maalesef bizde işler hep böyle ilerledi. Okul olmazsa dershane oldu, dershane olmazsa parti oldu, vakıf oldu, akrabalar oldu. Okulumuzda bir hocamız ya da yağız delikanlı bir öğrencimiz oldu. Hiçbiri olmasa da arayıp “Abicim” diyebileceğimiz, “Kardeşim” diye karşılık verebileceğimiz bir radyo/TV programcısı ya da okuduğumuz gazetenin genç entelektüel bir yazarı oldu. Kardeş olunca samimi davranabiliriz sandık. Allah bizi bu bölümden imtihan etmez sandık. Hele sosyal medya ortamındaysa zaten daha da serbesttik ve gönül rahatlığıyla yorumlar yaptık, paylaşımlarda bulunduk. Kimse namahrem değildi sanki bize. Kimseye karşı dikkatli olmamız gerekmezdi. Oysa hepimiz biliriz insanın cennetten kovulup dünyaya gönderilme hikayesini değil mi Şeytan onları kandırınca edep yerlerinin birbirlerine açıldığını ve neticede “Birbirinize düşmanlar olarak yeryüzüne inin” kelamına muhatap olduklarını... Bu bir uyarıdır bizim için, hayatlarımıza yansıtmamız için bir ihtardır. Demek ki şeytan bizi kıyamete dek hep birbirimizle kışkırtmaya çalışacaktır. O yüzden daha dikkatli davranmalıyız. Bizi belki de ebediyen cennetten kovduracak bu fitneye, bu ateşe karşı son derece hassas olmalıyız. Şeytanın bize hep “O senin kardeşin bir şey olmaz” diye yaklaşacağını düşünmeliyiz. Gençlerin gözlerinin hep bu yolla harama bulaştığını bilmeliyiz. Gerçekten kardeş gibi de görsek, bakışlarımızı yerden kaldırmamalı, karşı cinsin bizim için bir ateş olduğunu, ateşle barutunsa yan yana durmayacağını unutmamalıyız!