Hollywood filmlerinde klişe bir senaryo vardır Dünyanın
öbür ucunda bir Amerikan vatandaşı, terörist bir grup tarafından kaçırılmıştır.
Kaçırılan rehinenin karşılığında ise ya yüklü bir para ya da terörist grubun
bir üyesinin takas edilmesi talep edilmektedir. FBI ve CIA ortaklaşa bir kriz
masası kurarlar. Dövüş ve silah kullanma konusunda uzman bir ekip derlenir ve
toparlanır. Bu ekip, türlü badireleri aşarak Amerikan vatandaşı rehinenin
bulunduğu yere ulaşırlar, ortalığı tarumar ederek teröristlerin başına yıkarlar.
Rehineyi sağ salim kurtarıp geriye dönerler Türkiye nin IŞİD in elinde rehin
tutulan 46 vatandaşının MİT tarafından Irak topraklarından kurtarılıp
Türkiye ye getirilme süreci de bu klişe senaryoyu aklımıza getirdi. Acaba, 101
gün boyunca yaşanan rehine gerçekliğinde tasavvur ettiğimiz şey ne kadar
yaşandı Rehinelerimizin kurtarılması elbette çok önemlidir Rehinelerimizin
sağ salim kurtarılması ve aileleriyle buluşturulması çok manidar bir olaydır
Ama diyemeden geçemeyeceğiz
Amerika nın kendi eliyle ürettiği IŞİD belasının yanı
başımızda beslenip, palazlanıp bu noktaya gelme aşamasında neden stratejik
adımlar atılmamıştır Devletlü yetkililerimiz sürekli, Türkiye büyük bir
ülkedir Bölgesinin en güçlü devletidir Dış politikalarıyla dünyaya ve Ortadoğu ya
yön veren bir ülkedir şeklindeki nutuklarına şahit olmaktayız. Peki, güçlü
olan, büyük olan, Ortadoğu da gücünü istikrarlı şekilde hissettiren bir ülkenin
vatandaşları yanı başındaki bir ülkenin topraklarında böylesine kolayca rehin
alınabiliyorsa, dış politikamızda bir yanlışlık veya en azından bir eksiklik
olduğu ortaya çıkmaz mı
Biz eminiz ki, 101 gün boyunca IŞİD tarafından sağa sola
gezdirilen 46 Türk, ABD nin vatandaşı olsaydı, şimdiye kadar bu terörist
artıklarına değil havadan, karadan bile operasyon yapılma ihtimali yüzde yüzdü.
Türkiye, lider ülke kimliğini stratejik müttefik diyerek,
Büyük Ortadoğu Projesi nde figüran olma diyerek dünyanın jandarması Amerika nın
iradesine ipotek ettiği müddetçe, başımıza bundan çok daha kötü belalar gelmeyeceğini
inanın kimse garanti edemez.
Ortadoğu daki istikrarsızlık politikası, ABD nin ve
Batı nın özellikle arzuladığı ve körüklediği defacto bir durumdur. Zira dünya
petrollerinin yüzde 60 ını çıkaran İslam ülkelerindeki siyasal
istikrarsızlıklar, Batı nın ve ABD nin sömürgeci kapitalist politikalarını
rahatça uygulamasının ve Böl-Parçala-Yönet olarak özetlenebilecek stratejik
salınımın temel merkezinde oturmaktadır.
Churchill in, Bir damla petrol, bir damla kandan daha
değerlidir şeklinde açıkça ifade ettiği gibi, İslam coğrafyasının sömürü
düzeninin merkezine konulması, bir anlamda türlü karışıklıkların da beraberinde
gelmesi sonucunu doğurmuştur.
Bu sömürgeci anlayışın ortadan kalkması ancak batılı
ülkelerin bu topraklardan tasfiyesi ile mümkündür. Bu bağlamda Milli Görüş
Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan ın iktidara geldiği ilk gün ortaya koyduğu
D-8 idealini doğru okumak, doğru anlamak ve ferasetle, basiretle bu ideali
yerine getirecek çabayı sergilemek, bu ülkenin başındaki herkesin görev telakkisi
olmalıdır. Bugün bir rehine krizi Peki yarın bizleri ne bekliyor
Bugün rehinelerimizi sağ salimen, takas veya çok ince bir
metotla kurtardık Peki yarın başımıza bundan daha kötüsü gelirse,
gözyaşlarımız basiretsizliğimizin üstünü ne kadar örtebilecek
Türkiye elbette büyük ülkedir Ama imaj ve makyaj
politikalarıyla değil, gerçekten bu gücü hissettirebilecek bir iradeyi ortaya
koyabilecekler için büyük ülkedir.