Klasik zamanlarda susmak deyince dilini tutmak
anlaşılıyordu. Modern zamanlarla birlikte birçok şey gibi susmanın kapsam alanı
da değişip gelişti. Örneğin bugün birinden ya da birilerinden susmasını
istiyorsanız dilini tutması belki de en son sırada yer alır. Televizyonunuzun
fişini prizden çekmeniz, internet bağlantınızı iptal etmeniz, cep telefonunuzun
bataryasını fırlatıp atmanız ya da akıllı telefonunuzu tefekkür modu na
almanız gerekir.
Kimsenin kimseyle konuşmadığına bakmayın, ortalıkta
müthiş bir gürültü var. Sosyal patlamalarla apansız haneler ateş alıyor,
ocaklar sönüyor, aileler dört yana savruluyor. En çok da kendi halinde
gürültüsüz patırtısız ailelerde rastlıyoruz buna. Aşırı iletişim ve
ulaşabilirlik çoluk çocuk genç ihtiyar herkeste en yakınındakine karşı bile
istiğna duygusu oluşturuyor. Yüz yüze iletişimin ne teması kalmıştır ne de
gündemi. Kimsenin yüzü kimseye bir şey söylemiyor. Herkesin yüzü kendine dönük,
astarını dışarıya sarkıtmış gibi.
Dünün dalgınlık olarak nitelendirdiği şey biraz da yaşın
ilerlemesinden dolayı kişinin yanındaki yöresindekini birkaç saniyeliğine
görememesi ya da anlık irtibat kesilmesiydi. Bugünün özellikle gençlerde yoğun
olarak rastlanan dalgınlık durumu ise konuştukları kişilerle hiç göz kontağı
kurmaksızın, kelime alış verişi olmadan kendi sanal dünyasında yaşamak, belki
bir iki dakikalığına durumu fark edip yanındaki kişinin varlığını fark etmekten
ibarettir. Bu niye böyle
Çokbilmiş analizciler gibi teker teker saymayacağım. Ama
şurası mühim: Biz bu çocuklara ve bu gençlere reel dünyanın sanal dünyadan daha
neşeli, daha coşkulu ve daha yaşanılabilir olduğunu göstermedik. Yaşantımız ve
duruşumuz reel dünya hapishanesinden çıkış gününü bekleyen mahkûmlar gibi.
İnsan yaşadığı şu gerçek dış dünyada bu kadar insana rağmen yalnız kalıyorsa,
aç kalıyorsa, çaresizlik yaşıyorsa elbette o yalnızlığını yerleştirebileceği
müsait bir mağara bulacaktır. Ben mağara diyeyim, siz televizyon deyin, akıllı
telefon deyin, internet deyin fark etmez.
Modern Sanayi Medeniyeti insanın karşısına eşyayı
yerleştirdi. Dev alışveriş merkezleri, plazalar, gökdelenler, rezidanslar
arasında hiçbir şey yeşermeyeceği gibi insanlık da yeşermedi. Çocuklarımız ve
gençlerimiz bu duruma bir tepki ya da savunma biçimi olarak içe kapandılar.
Elektronik aletlerin dünyasında kurulan hazır hayallerin peşine düştüler. Çünkü
biz onlara ne hayal kurmasını öğretmiştik ne de rüya görmesini. Tabiat bir kez
daha boşluk kabul etmedi ve gençler başkalarının hayallerini görmek için
aramızdan geçici bir süreliğine ayrıldılar; fakat ne hazindir ki orada kaldılar
ve bir daha dönmediler.
Çocukların ve gençlerin anne babalarıyla ve büyükleriyle
bir aradayken kayıp giden zihni işte o dönmeyip orada kalan zihindir.
Yetişkinlerimizin komşuluk ilişkilerinden ve neredeyse insandan yalıtılmış
şehirlerdeki yalnızlıkları daha bir trajiktir. Sığınabilecekleri sadece
kendileri gibi kişilerdir. Fakat bu tüketim çağında kendisi gibi kalabilen kaç
kişi var şunun şurasında
Çocuklarımıza ve gençlerimize bu modern kent hayatında
dini umdeleri harfiyen öğretebilirsiniz. Fakat zemin, ortam, atmosfer ve
psikoloji oluşturmadıkça öğrettiğiniz dini bilgiler zevahiri kurtarmaktan öteye
gitmeyecektir. Şayet biz mahalle Kur an kursunda çocuklara abdesti bozan
şeyleri, kıyamet alametlerini, 32 Farzı öğretirken evlerin mimarisinin de,
bahçe düzeninin de, mahalle hayatının da İslam ı ilgilendiren tarafları
olduğunu öğretseydik onlara belki de bu travmayı bu kadar ağır yaşatmayacaktık.