Görevimiz, önce kendimizi, sonra ailemizi, sonra akrabalarımızı,

sonra komşularımızı, köyümüzü, mahallemizi, şehrimizi, ülkemizi ve tüm

insanlığı uyarmak.

Nereden gelip nereye gittiğimizi bildirmek.

Görevimiz, yolu ve yolcuyu yaratanın, yolun sonunun

nereye varacağını haber verenin uyarısını duyurmaktır.

Bu yolda ilimsiz yürünemeyeceğini haber vermiş ve okumayı

ama yaratanın adıyla yaratanın kitabını okumayı emretmiş.

Kalem Suresi nde kaleme ve divite dikkat çekmiş.

İnsanları uyarırken can taşıyan insanlar arasında ayırım

yapılmaması gerektiğine dikkat çekmiş ve Sevgili Peygamberimizin şahsında bizi

uyarmış.

Sevgili Peygamberimiz, bir gün Mekke nin ileri

gelenlerine uyarı görevini yaparken kör olan Abdullah bin Ümmü Mektüm gelip

kendisine de bir şeyler söylemesini istediğinde Sevgili Peygamberimiz, o esnada

önemli insanlarla meşgul olduğundan yüzünü ekşiterek sırtını döndüğünden dolayı

Allah (C.C.) şu ayetleri indirir:

1-Yüzünü ekşitti ve döndü.

2-(Peygamber), yanına O âmâ/kör geldi diye.

3-Ne bilirsin, belki O, arınacak.

4-Yahut öğüt alacak ve ona o öğüt fayda verecek.

5-Ancak, öğüde ihtiyacı olmadığını zan edene gelince,

6-Sen ona yöneliyorsun.

7-Arınmamasından sana ne

8-Sana koşarak gelene gelince,

9-O korkuyor (Rabbinden).

10-Sen ise onunla ilgilenmiyorsun

11-Sakın (körlere, fakirlere yüzünü ekşitme), çünkü bu

(Kur ân) bir öğüttür.

12-Dileyen onu öğrenir/öğüt alır.

Aslında kıyamete kadar gelecek insanlık eğitilmiş oluyor

bu ayetlerle.

İlk Müslüman olanlara bakarsanız her yaş ve sınıftan biri

var.

Kadınlardan Hazreti Hatice anamız,

Yaşlı, soylu ve zenginlerden Hazreti Ebubekir,

Genç  ve

çocuklardan Hazreti Ali,

Köle, fakir ve işçilerden Zeyd bin Harise. (Allah

hepsinden razı olsun.)

Uyarıda insanlar arasında ayırım yapmayacağız.

100 yaşında hastanede ölümünü bekleyen bir kâfire dahi

gönül elimizi uzatacağız ve son zamanlarında da olsa imanla gitmesi için

çalışırken bir gence verdiğimiz gayreti ona da göstereceğiz.

Yaşlılık tendedir.

Canlarımızla biz hepimiz, yaşıtız.

Tebliğde ve hizmette zengin-fakir, yaşlı-genç,

özürlü-özürsüz, soylu-soysuz, rütbeli-rütbesiz ayırımı yapmayacağız.

Bu konuda Sevgili Peygamberimiz bizi uyarır:

İkrad dan/boyun büken olmaktan sakının

-Ya Resulûllah İkrad nedir

-Sizden biri devlet başkanı veya yetkili bir amir

olduğunda yanına bir dul, yetim veya bir fakir geldiğinde, Bekle, ihtiyacın

karşılanana kadar denir. O bekler ama ihtiyacı karşılanmaz, karşılanması için

emir de verilmez ve boynu bükük oradan döner. Ama zengin ve soylu biri

geldiğinde onu hemen yanına oturtur ve ihtiyacınız nedir diye sorar. O da şu

şu der.

Devlet başkanı veya o amir, Hemen ihtiyacını

karşılayınız ve acele ediniz der. (Taberani, Müsned üş Şamiyyin 2/33, Ebu

Nuaym el Isfehani, Hılyet ül-evliya 6/108.)

Günümüzde kapı önünde beklemeye de izin verilmiyormuş.

Önceden randevu alınıyormuş.

Garibin biri anlattı, Çok yakından tanıdığım, yıllarca

beraber çalıştığım, nice gecelerde neler yapılabilir diye kafa yorduğum bir

dostum, o makama çıkınca üç defa randevu için telefon ettim, aradan iki yıl

geçti, henüz cevap gelmedi dedi ve boynunu büktü.

Güçlüye boyun büken, güçsüzün boynunu büken olmayın.