Gazetemizin dünkü sürmanşeti İdam geri gelsin
şeklindeydi. Bu köşede birkaç kez idam cezasının kaldırılmasının neden yanlış
olduğunu dile getirmiş, masumların korunabilmesi için idam cezasının
getirilmesi gerektiğini savunmuştum. Bu düşüncenin gazetemizin dünkü
sürmanşetine taşınmış olması ilgililerin dikkatini çeker, bu yönde adım
atılması söz konusu olur mu/olabilir mi bilemiyorum. Ama cezaların caydırıcı
olmasının esas olduğunu kabul edenler bilirler ki idam cezasının kaldırılması
minicik yavruları katledenlerin yaşama hakkına saygı duyulduğu ama o yavruların
yaşama hakkına saygı duyulmadığı anlamına geldiğini bilirler. İdam cezasının
Batı ya benzeme hastalığının bir sonucu ve Apo yu ipten kurtarmak isteyen
ABD nin dayatması sonucu kaldırıldığı düşünülürse artan cinayet ve cinsel
istismarların önlenmesi için topluma açıklanan birtakım tedbir ve tavsiyelerin
soruna çözüm getirmeyeceğini, özellikle de küçük yavruların çığlık atarak ruh
hastalarının tasallutundan kurtulabileceğinin düşünülmesi hâlâ gerçeklerle
yüzleşmekten kaçındığımızı göstermez mi
Sadece küçükler yönelik değil, büyüklere, anne-babalara
ve eşlere yönelik saldırgan tavır sonucu gazetelere her gün insanın tüylerini
diken diken eden haberler yansıyor. Bu saldırılar çoğu zaman `erkek şiddeti olarak
nitelendirilerek sanki sorunun sebebi tespit edilmiş gibi gösteriliyor. Bu
haberleri her gün okumak zorunda kalan insanların da ruh sağlığı bozuluyor.
Çünkü bir insanın ani öfke patlaması sonucu istemeyerek karşısındakine zarar
vermesi, onun ölümüne sebebiyet vermesinin anlaşılır bir yanı olabilir ama mal
varlıklarına sahip olabilmek için gözünü kırpmadan anne-babasını öldüren bir
evladın ruh halinin ciddi olarak incelenmesi gerekir. Bu inceleme sırasında
toplumumuzda giderek yaygınlaşan cinnet halinin sebeplerini doğru tespit
etmeden birtakım açıklamalarla soruna çözüm bulmak mümkün olmayacaktır.
Toplusal çözülmenin ve cinnet halinin sebepleri tespit edildikten sonra bu
yönde kesin adımlar atmak gerekiyor. Aslında toplumsal çözülmenin sebeplerini tespit
sanıldığı kadar imkânsız değildir. Sosyal olayları matematiksel formüllerle
izah mümkün olmaz ama geçmişten bugüne ortaya çıkan değişimlerin nedenlerini
bulmak zor değildir.
Her toplumun medeniyet değerlerini oluşturan bir birikimi
vardır. Bu birikim o toplumun kültürel ve dini değerleri ile örf ve adetlerinin
toplamından ibarettir. Bu haliyle toplumların kendilerine has özellikleri
ortaya çıkar. Bu özellikler bir toplumu diğerlerinden ayırır. Bu ayrımdan
toplumda utananlar, komplekse kapılanlar varsa, neticede kendi medeniyet
değerlerini terk ederek bir başka medeniyetin değer yargılarını benimsemek
isteyenler her toplumda çıkabilir. Ancak, bu durum kişisel yönelimlerden çıkar
devlet politikası haline getirilirse işte o zaman ortaya ne olduğu belli olmayan,
ortak değer yargıları kaybolmaya yüz tutmuş ama onların yerine yenileri de
konulamamış bir toplum çıktığında bugün ülkemizde yaşadığımız cinnet haline
benzer bir durum çıkar. Kendi tarihi birikimleri sonucu toplumda genel kabul
görmüş değerleri sarstığınızda kendisi kalamayan, buna karşılık taklit ettiği
toplumu da özümseyememiş toplumlarda kimliksizlik ve kişiliksizlik belirir.
Böyle olunca da birilerinin mahalle baskısı diyerek eleştirmeye ve bundan
kurtulmaya çalışılması sonucu fertler kendilerini toplumsal baskıdan kurtulmuş
görür. Genellikle zincirlerin kırılması çağrısı yapılırken, bu zincirlerin
toplumu toplum yapan, onun çimentosu olarak nitelendirebileceğimiz bir arada
tutan değerler bütünün imha edilmesi anlamına geldiğini unutmamak gerekiyor. Bu
durumda toplumumuzu kendi değer yargılarını terk ederek bir başka medeniyet
normlarına mahkûm etmekten vazgeçmek, başta hukuk sistemimiz olmak üzere kendi
değer yargılarımıza uygun olarak yeniden dizayn etmemiz, 150 yıldır Batılıya
benzeme çabalarımızın bizi getirdiği noktayı doğru okumamız gerektiğini
unutmamamız gerekiyor.