DÜŞÜNCE ve tasavvuf dünyamızın zirve isimlerinden biri de Hazret-i Mevlâna’dır. Fikrî derinliği sebebiyle, dünyayı etkilemiş olmasına rağmen, Türkiye’de eser ve düşünceleriyle yeteri kadar tanındığı söylenemez. Belki, hemen herkeste bir Mevlâna algısı vardır; ama bu durum bir düşünce temeli oluşturmuş değildir. Kavga ve çatışmalar içine sürüklenmiş insanlığa, Mevlâna’nın söyleyeceği o kadar çok şey var ki!

Mevlâna, eserlerinde insanı merkeze almış; insanı anlatmıştır. 26 bin beyitten oluşan Mesnevî adlı eserinin ilk beyti şöyledir: “Dinle neyden, duy neler söyler sana, / Derdi vardır ayrılıklardan yana.” Mesnevî; benzetme ve sembolik anlatımlarla doludur. “Ney’in ayrılıklardan dertlenmesi” aslî vatanından uzak düşmesindendir. Ney’in aslî vatanı sıcak iklimlerin sulak yerlerinde yetişen “kamışlık”lardır.

Sarı kamış, bulunduğu yerden sökülmüş, ney haline getirilmiştir. İniltisi, vatanından ayrılmasındandır. Ne zaman ses çıkarsa bu “inilti” duyulmaktadır. Ney; hüznü, acıyı sembolize eder.

Mevlâna, “ney” ile “insan”ı özdeşleştirmiştir. Tasavvufa göre, insanın aslî vatanı cennettir. İnsan, dünyada zindandadır. Dünya ona gülmemekte, çilelerle dolu bir hayat yaşatmaktadır. İnsan, Allah yoluna düşerse olgunlaşır ve arınır. Can kuşu (ruh), beden kafesinden uçunca (ölünce) öz vatanına, (Allah’a) kavuştuğu için özgürleş.

Mevlâna, insanın ruhlar âleminde başlayan serüveni ile inleyen ney arasında bir benzerlik kurar. Her ikisi de aslî vatanından uzaklaştırıldığı için acı çekmektedir.

RUH ALLAH’I İSTER

İNSANOĞLU daha yeryüzüne gelmeden önce, Rabbimiz bütün insanların ruhunu “Elest Bezmi”nde (ruhlar âlemi) topladı. Ruhlarımıza sordu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Bütün ruhlar birlikte cevap verdiler: “Evet; Sen bizim Rabbimizsin! Şahit olduk.” (A’raf, 172) Ruhlar daima Allah’ı ister. Nurdan yaratılmış melekler misali!..

İnsan dünyaya gelince, ruh bedene girdi. Dünya imtihan alanı olduğundan, Allah bedene, nefsi de koydu. Allah’ı hatırlamanın temsilcisi melek; insanı yoldan çıkarma görevini üstlenen şeytan! İnsan bu iki zıt nesne ile mücadele halindedir. Dünyada asıl aradığını bulmakta zorlanıyor. Ruh, Allah’a kavuşunca özgürleşiyor; aslî vatanına kavuşuyor; acılar sona eriyor.

Mevlâna’nın 17 Aralık’ta Allah’a kavuştuğu geceye “Şeb-i Arus” (düğün gecesi) veya Vuslat, yani “Allah’a kavuşma gecesi” denir. Allah dostları için ölüm, “Allah’a kavuşma”dır. Mevlâna, vefatından az önce dostlarına şöyle seslenmişti:

“Öldüğüm gün, tabutum götürülürken,

Bende bu dünya derdi var, sanma!

Benim için ağlama; yazık, vah vah deme!

Şeytanın tuzağına düşersen o zaman ağlamalısın!

Cenazemi toprağa verdikleri zaman,

Elveda demeye kalkışma!

Çünkü, mezar cennet topluluğunun perdesidir.

Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret!

Güneş’le, Ay’a batmaktan bir zarar gelir mi?

Yere hangi tohum atıldı da bitmedi?

İnsan tohumu bitmez, diye şüpheleniyor musun?

Toprağa konduğumu sanıyorsun, değil mi?

Benim ayağımın altında yedi kat gök vardır.”

TOPLUMUN ÖNCÜLERİ

MEVLÂNA misali, ufuk açıcı maneviyat erleri toplumların yolunu aydınlatan manevi güneş gibidirler. Onlar öncülüğünde geleceğe emin adımlarla yürürüz. Tefekkür, edebiyat, sanat; halkı yönlendirme konusunda, hükümetlerin savaşlarla, silâhlarla yaptığı işten daha etkilidir. Düşünce ufku gelişmiş insanlar; Mevlâna’nın, insanın mutluluğu için yaptığı işin önemini çok iyi bilirler.

Pakistan’ın tanınmış mütefekkiri Muhammet İkbal anlatır: “Mevlâna, yanan bir nur, yol gösteren ulu bir mürşit ve büyük bir eğitimcidir.”

Hindistan ulemasından Hasan en-Nedvî’nin Anadolu insanına uyarısı şudur: “Bu büyük şahsiyetin sizin topraklardan çıkması sizin için büyük bir nimettir.”

Mevlâna’nın yaşadığı dönemde savaşlar, çatışmalar durmuyor; Moğol istilaları dünyayı kasıp kavuruyordu. Böyle bir kaos ortamında Mevlâna insanlığı Allah aşkına, sevgi ve hoşgörüye, barışa, kardeşliğe davet etti. İnsanlar düşmanlık, kin ve intikam duygularından büyük oranda arındı.

Bugünkü dünyadaki savaşlar, çatışmalar, işgaller, saldırılar Mevlâna dönemine ne kadar da benziyor değil mi? Çözüm için, Mevlâna gibi Allah dostlarının barış ve kardeşliğe davet eden söz ve irşatlarına ne kadar da ihtiyacımız var?

Şu sözlerini dinleyelim: “Sevgiyle acı tatlılaşır; dertler şifa bulur; ölüler dirilir; padişahlar kul olur. Hepiniz birsiniz; ikilik havası çalmayın!”

Mevlâna’sı olan toplum, düşünce kısırlığı yaşamaz. Birbiriyle çatışmaya girmez. Neynâme’sini, “Anlamaz olgun adamdan ham adam, / Söz hem az hem de öz gerektir vesselâm” beytiyle bitiren Mevlâna, bizlere de uyarı mı yapıyordu, dersiniz?