Bir Kur ân kursunda öğrenim gören âmâ öğrencileri ziyaret ediyorum. Âdeta, eğitim kurumunun ışığı olmuşlardı. Öğrencilerin ve öğretmenlerin saygı ve sevgi ile andıkları bu grubun sınıflarını geziyorum.

Yatakhane kısmında ayrı bir oda verilen âmâ öğrenci grubu on altı kişiden oluşuyordu. Pırıl pırıl tertemiz giyinmişler, yürekleri ile aydınlanan yüzleri ışıl ışıl, samimi, sevinçli bir karşılama yapmışlardı bana. Dikkatimi çeken şey, ranzalarını bir çırpıda buluyorlar, elbise dolaplarını hiç şaşırmadan açıyorlar, grup; kalabalık olmasına karşın birbirleri ile çarpışmıyorlardı. Üstelik beş katlı kurs binasının en üst katında abdest alınan, alt kattaki şadırvan bölümüne koşa koşa gidiyorlardı. Ne merdivenlerde tökezliyorlar, ne düşüyorlar, ne de yanlış bir yere çarpıp bir yerlerini incitiyorlardı. Namazlarını da kusursuz kılıyorlardı.

Grupla oturup sohbet ediyoruz. İçlerinden biri hıfzını tamamlayıp kısa sürede hafız olmuş. Beş âmâ öğrenci daha kısa bir zaman sonra hafız olacakmış. Kabartmalı Kur ân-ı Kerim ile çalışıp ezber yapıyorlarmış. "Çok mu çalışıyorsunuz" diye soruyorum. Çok sıradan bir çalışma gibi "yoo", diyorlar. Sabah namazından önce, gece üç de, dört de kalkıp çalışıyorlarmış. "Peki akşam kaçta yatıyorsunuz" diyorum. Gece onbir ve oniki de yattıklarını öğrenince; görenlerin uykuda harcadıkları zamana hayıflanıyorum. Ne kadar sürede hafız olduklarını öğrenmek istiyorum. En fazla bir yıl sürer diyorlar. Beş ayda bile hafızlığını tamamlayan arkadaşları olmuş. Rabbimizin dış gözlerini kapatıp, kalp gözlerini açtığı öğrenciler ne kadar mutlu ve huzurlu idiler.

Genç kızlarla sohbetimiz ilerlediğinde, bu son derece zekî ve akıllı öğrencilerin kullandığı Türkçe ye de hayran oluyorum. "En önemli sorununuz nedir" diye sorduğumda, aldığım cevaap beni çok şaşırtıyor. "Kitap okuyamıyoruz" diyorlar. "Sadece bu konuda, görenlere özeniyoruz. Onlar her türlü kitabı okuyabiliyorlar. Bizler de toplumun bir parçasıyız. Bütün kitaplar, romanlar, gazeteler görenler için çıkartılmakta. Toplumun bu konuda duyarlı olmasını istiyoruz. Bizler için de kabartmalı kitaplar yazılsın diyoruz." "En fazla hangi kitaplar basılsın istersiniz" diye soruyorum. "Peygamberimizin hayatını anlatan siyer kitapları" cevabını veriyorlar.

"Hiç mi kabartmalı kitap yok diyorum. "Beyazıt Kütübhanesi nde var" ama bizlerin oraya gidip ulaşması çok zor" diyorlar. İçlerinden çok zeki olan, grup sözcüsü arkadaşları; "Meselâ bizler için "gören eller" diye bir gazete çıkmıştı. Altınokta Körler Derneği nin desteği ile. Heyecanla, sevinçle alır, yutar gibi okurduk. Ama sadece 1986-1988 yılları arasında sürdü. Sonra kapandı. Senelerdir, görmeyenler için bir daha gazete basılmadı." "Niçin çıkarmıyorlar" diye sorduğumda, bu işte çalışacak eleman olmadığını söylüyormuş dernek yetkilileri. "Peki siz böyle bir gazete çıkarmayı düşünür müsünüz " diyorum. Hatice, Yasemin, Ayşe sevinç çığlıkları atıyorlar. "Bütün hayalimiz bir gazeteci, yazar olmak. Malzemeyi versinler, dünyanın en mutlu insanı olarak seve seve çıkarırız.

Bir ara "başka kurslarda da âmâ arkadaşlarınız var mı" diye soruyorum. "Hayır"diyorlar. Sadece Ümraniye deki bu Kur ân kursunda bir âmâ sınıfı açılmış, çok da başarılı olmuş çocuklar. İmkân verildiği zaman gençlerimizin yapamayacağı bir iş yok. Devletimizin ise evlâtlarına sahip çıkması gerekmekte. Gören gözlerine de, gören ellerine de yeterli şansı tanıması gerek.

Çocuklardan geç vakit ayrıldığımda, âdeta ışıklar içinde yüzen bir saraydı, Ümraniye deki o Kur ân kursu. Zira içinde, cenneti üzerlerinde taşıyan gençler vardı. Çünkü Peygamberimizin hadis-i şerifi onları çok güzel anlatmakta idi: "Allah-ü teâlâ, iki gözü olmayanı cehenneme koymaz, cennete koyar." Bu kursun idarecilerini, öğretmenlerini, öğrencilerini tebrik ediyorum. Cenneti dünyaya taşıyan talebelere ev sahibliği yapıp, güzel davrandıkları için, Allah onlardan razı olsun. Böyle eğitim müesseselerinin sayısı artsın; malzeme, kitap eksikleri  kalmasın temennileri ile ayrılıyorum, onlardan. Herbirinin cennet renkli gülüşlerini, yüreğime nakışlayarak...