Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
İşte burada kurunun yanında yaş da yanar misali olaylar gerçekleşti. Bozulan Hıristiyanlık inancının bizce ve İslami olarak insanlar tarafından eklendiğine inandığımız ilavelerinin coğrafi keşif ve ilerleyen teknoloji ve bilim ile çelişmesi sonucunda Hıristiyanlık inancında sorgulama başladı. Bir defa bir kişinin yalanı ortaya çıktı mı artık şüphe başlar. Şüphe başladı mı söylenen ve söyleneceklere itibar etme ihtimali ortadan kaybolur. Hıristiyanlık da bundan nasibini aldı, Protestanlık ve dini inkâr eden akılcı yaklaşımlara savrulmalar hızlandı.
“Faiz dünya gerçeğidir” söylemi ile sermayeye ihtiyaç duyan yeni dünyanın yolcuları bu duvarı yıktı geçti. Floransa’dan İspanya’ya geçtiler. Keşifleri, ticaretin ardından sömürgeleştirme faaliyetleri izleyecekti. Sermaye daha sonra Hollanda’ya, oradan da İngiltere’ye geçtikçe sömürgenin büyüklüğü ve gemilerin sayısı artıyordu.
İktisadi gelişmelerle beraber buna engel olabilmek artık mümkün değildir. Yeni bir sınıf doğmuştu; “burjuvazi”. Toprak dönemindeki iktisadi yapıyı savunanlar ile yeni dünya düzeni (ki bu düzeni bir türlü kuramadılar) arasındaki çatışma başladı. Fransız Devrimi, birinci ve ikinci sanayi devrimleri, neredeyse tüm dünya ülkelerinin sömürülmesi, daha sonra kâğıt para ve borç ekonomisi ile gelen süreçlerle bugüne kadar geldik.
Bu yazımızdan önceki yazıları takip edenler bütünlük içinde devam ettiğimizi göreceklerdir. Merhum Necmettin Erbakan için “cıvatayı anlatacaksa demir filizlerinden başlardı” diyen arkadaşları misali, bizi takip edenler de bu yazıların öncesindeki ve sonrasındaki yazılarla hem güncel durumları hem de Batı modelini ve karşısında oluşan bizim de katkı verdiğimiz Adil Düzen’i ve Adil Ekonomik Düzen’i umarım daha net anlayacaktır.
Türkiye’yi, hatta dünyanın tamamını, Mehmet Şimşek’in açık şekilde attığı tweetteki finans çevrelerinin masasında olmaya mecbur ederek giden süreçlerin Türkiye açısından gelişimine bakalım. Sonra da faizi tarih edip karşılığında Soner Yalçın’ın bir türlü bulamadığı genel olarak Adil Düzen’in ve özel olarak da Adil Ekonomik Düzen’in üreticilerinin neler yaşadıklarına ve neleri Necmettin Erbakan’a anlattıklarını görelim.
Yazı dizimizi takip etmenizi ve duyurmanızı rica ederiz.
Umarız sizin aktardıklarınız bizden ve sizden daha iyi anlarlar.
Devam ile Türkiye ve “Şimşek”çilerin masasındaki Türkiye bugüne yeni gelmemiştir.
Sürecin kökü çok önceye dayanmaktadır.
Osmanlı ekonomisi Kırım Harbi’nde 1853-1856 yılına girdiğinde, sonuçlarını bile bile ve istemeyerek İngiltere’den Rothschild ailesinden ilk borcunu almıştır.
Osmanlı’nın hem sosyolojik olarak hem de iktisadi olarak Batı’ya benzeme tutkusu ve özentisini lüks saraylar ve gereksiz yatırımları da eklersek; 1881 Düyûn-ı Umûmiye idaresinin kurulması ile gelirlerin bir kısmının bizatihi bu idare ve Batılılara ait olan borçlara karşılık el konulması yöntemine gidilmiştir.
Kırım Harbi ile başlayan bu sürecin ne kadar kısa sürede ülkeyi ne hale getirdiği ortadadır. Bu süreç sanıldığı gibi bu idarenin kurulması ile birkaç sene içinde bitmemiştir.
Osmanlı Devleti yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, borçlar üstlenilmiştir. Borçların tamamen ödenmesi 1950 yılına kadar sürmüştür. Neredeyse bir tam asır boyunca borç ve faiz sarmalına girmiş iki ülke bir milletten söz ediyoruz.
Bunları niye uzun uzun yazıyorum.
Zira M. Akif’in dediği gibi; “Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? ‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Yaşanılanlardan ders alınsaydı, dünya da Türkiye de herhalde bugünkünden farklı olurdu. Ama insanoğlunun doğasında ders almak diye bir şey yok. Bu nedenle hatalar hep tekrarlanıyor... "Bize bir şey olmaz" diyenlerin başlarına gelmedik iş kalmıyor.
Peki, en kaba tanımları ile nelerden ders almalıyız?
(Devamı var…)