Bandoda yer almak ise bir başka ayrıcalıktı. Tören
günlerinde giyilen beyaz gömlek, beyaz pantolon ve sol omuzdan, sağ taraftaki
pantolon cebine kadar uzanan geniş kırmızı kurdele çok fiyakalı gelirdi bize.
Tören günü özene bezene bu giysileri giyer, yurt binası ile okulun arası 50 metre
olmasına rağmen, herkes görsün diye eski hastane, günümüzde İstanbul Teknik
Üniversitesi kampüsünün yer aldığı binanın sol yanından limana doğru gidilir,
Canbulat kapısından içeri girilir, Yeşil Deniz caddesi boyunca deniz
tarafındaki surlara paralel yürünür, Deniz Kapısı (Prota Del Mare) yanına
gelince Namık Kemal Meydanı tarafına dönülür, Selimiya Camisi geçilip şehrin
meydanına gelinirdi. Orada bir sandviç yenilir, sonra da İstiklal Caddesi
boyunca yürünerek Akkule ye varılır ve kara kapısından dışarı çıkılarak gerisin
geriye Namık Kemal Lisesi ne dönülürdü.
Fiyaka olsun, bandocu olduğumuz görülsün diye okulun
yurdundan çıkıp 50 metre ötedeki liseye kısacık yoldan gitmek yerine, Mağusa da
ikamet eden Kıbrıslı Türklerin yüzde yetmişinin ikamet ettiği surlar içinden
caka satarak geçmek için neredeyse iki kilometre tutan yoldan gitmek tercih
edilirdi. Tabii bu cakalı yürüyüşte kız arkadaşınızın evinin önünden de birkaç
kez geçmek ihmal edilmezdi.
Bandodaki en büyük ve hiç unutmadığım deneyimim, 1963
yılı içinde adamızı ziyaret eden ABD Cumhurbaşkanı Lyndon Johson u karşılamak
için Lefkoşa Türk Lisesi bandosu ile birlikte oluşturulan karma bandoda yer
almamdı. Namık Kemal Lisesi bandosundan seçilen arkadaşlar topluca Lefkoşa ya
gitmiş ve Lefkoşa Türk Lisesi bandosu ile karma bir bando oluşturmuş, sonra da
Başkan Johnson u karşılamak için topluca günümüzde Atatürk heykelinin yer
aldığı Girne kapısı önünde yerimizi almıştık. Başkan Lyndon Johnson u taşıyan
siyah araç, o dönemde Dianellos Sigara Fabrikası olan ve günümüzde de yapılan
tadilatlarla KKTC Meclisi olarak kullanılan binanın önündeki çemberde gözükünce
Yellow roses of Texas şarkısını çalmaya başlamıştık. Başkan Johnson aracı ile
yakınımıza kadar gelmiş ve dönemin Cumhurbaşkanı muavini olan rahmetli Dr.
Fazıl Küçük tarafından karşılanmıştı. Ortada askeri kıyafetli hiç kimse yoktu
ve sadece polislerden oluşmuş bir tören mangası bulunmaktaydı. Tören mangasını
selamlamasından sonra Başkan Johnson bizim tarafa yöneldi ve yanımıza gelerek
bizlere, Good morning (günaydın) diyerek, şefimiz rahmetli Zeki Taner hoca ile
el sıkıştı. Hocamız İngiliz askeri kökenli olduğu için heykel gibi hazır ol
vaziyetinde karşılamıştı kendisini ve el sıkışmıştı. Sivil kıyafet içinde
olduğu için askeri selam vermiş miydi kendisine yoksa vermemiş miydi hiç
hatırlamıyorum. Sonra da hiç beklemediğim bir şekilde bana doğru bir adım attı
ve tokalaşmak, belki de biz bandocuları tebrik etmek için elini uzattı. Nasıl
soğuk bir ter döktüğümü anlatamam. Koskoca ABD Başkanı na ait bu el ile sadece
toka mı edilmeliydi yoksa geleneklerimize göre öpülüp alına mı konmalıydı.
Dünyanın herhalde en uzun bir saniyesini yaşadım o an. Çocuk aklımla, ya da
yeni yetme aklımla, Zeki hocamızın yaşı büyük ve de saçları kırlaşmış olduğu
için değil de bir bando şefi olduğu için Başkan Johnson un elini öpüp başına
koymadığı kararını verdim ve aynı uygulamayı ben de yaptım. Önce kafamı
kaldırdım, Başkan Johnson un yüzüne gülümseyerek bakarken de elini sıktım. Çok
uzun boyluydu Başkan Johnson, yerel tabirle hem sırık gibiydi hem de sırım
gibi. Belki de göreceli olarak benim boyuma kıyasla çok uzun boylu ve kiloma
göre de iri yapılıydı ve bana da öyle gelmişti. Kocaman iri yarı bir adam
olarak hatırlıyorum kendisini.
21 Aralık Cumartesi sabahına girdiğimiz güne kadar olan
yaşamım ve hatıralarım üç aşağı beş yukarı böyleydi. Ama sonrası
Sonrası çok kötüydü ve Kıbrıslı Türklerin yaşamı tam bir
kâbusa dönüştü ileriki günlerde, aylarda ve yıllarda (Devam edecek.)