Cebinde üç dört bin liralık cep telefonu, üstelik interneti de var, utanmadan bizi mahvettiniz diyor. Telefonu internetsiz kullansa neyse, ama kim bilir kaç cigabayt internet yükleyebilmiş. Sıradan bir telefon da değil; dört bin liradan aşağı satılmayan ayfon altı… Hem cep telefonu taşıyabildiğine göre cebi de var demektir. Ve o cep, telefonu düşürmeyecek niteliktedir, yani delik değildir. Sonuçta ilk kez cep telefonu edinebilenlerin beline taktığı türden telefon kılıfları artık kalmamıştır. Bir insanın cebi delik değilse, sağlamsa, orada mutlak manada üç beş kuruş da bulunur. Bulunmuyorsa o dahi kişisel acizliğidir, yardım fırlatan güç sahiplerine yakın durmamıştır.

     Zeki Demirkubuz kendisiyle gerçekleştirilen bir röportajda ilk filmi C Blok’tan hareketle, seksen sonrası memleketin her düşünceden gençlerine dayatılan devlet dersinden sonra, Ataköy’de yükselen blokları görüp ideolojik anlamda nasıl hayal kırıklığına uğradığını anlatır. C Blok da esasen tam olarak bunu anlatan bir filmdir. Komşular ve komşuluklar arasına dökülen soğuk beton, insanlar arasında yükselen duvarlar tüm insani ilişkileri harcına katık eder. Dairelerin yan duvarının ardında ne olup bittiği bir apartman sakinini hiç ilgilendirmediği gibi oralarda kimlerin yaşadığı da bilinmez. Koskoca bloklarda birbirini tanımak ancak göz aşinalığı kadardır. Böyle bir yaşama alıştıkça elbette kalpler, ruhlar ve dahi bakışlar da betonlaşır. Yan dairedeki cinayet, duyusal olarak ilişki kurulan (elbette duygudan uzak) bir polisiyedir. Ötesinde kimseyi ilgilendirmez.

     Artık memleket sosyolojini bir mesken edinmek derdiyle şekillenen beton sevdasıyla, markası ve modeli dolayısıyla sürekli yenilenmesi gereken araçlarla ele almak gerekir. Bunun da ötesinde kalplerin taşlaşması söz konusudur ki her koyunu kendi bacağından asılmak üzere ipe gönderen adalet anlayışı neşet etmiştir. Kardeşlik, ancak miras paylaşımlarında kavgası verilecek olgudur. Toplumda onun teminatı olduğunu dile getirenler çıkabilir. Lakin birtakım koltuklara sahip olmak ve konumunu korumak dışında netice verdiği de görülmemiştir.

     Son Peygamber, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diye söyler. Sözün muhatapları şimdiki zamanda muhtemelen önce, “Ya kimdendir?” diye sorar. ‘Biz’ diye söylenenin anlamını olabildiğince genişletmek yerine alabildiğine daraltmışlar, hatta öteye geçerek kendileri dışındakilerin tamamını ötekileştirmeyi, kirletmeyi, terörize etmeyi başarmışlardır. Biz diye anılanlar dahi kendi içinde dışlanmıştır. Böylece muhataplar, kendilerine has kıldıkları müreffeh yaşama sadece kendilerinin layık olduğunu, ezeli kader algısı dolayısıyla başka kimsenin böyle bir hakkı bulunmadığını varsayar. Sonra komşuluk daraltılır, hatta asli anlamlarından uzaklaştırılır. Komşunun cinsi, cibilliyeti, milleti, mensubiyeti, dini, düşüncesi sorgulanır. Öyle ki Türk olmayan bir komşu, komşudan sayılamayacağı gibi atalardan miras kalan topraklarda yaşayabilmesine müsamaha gösterilen bir düşmandır! Onların bu topraklarda yaşamasına göz yumulur! Üstelik yaşayıp yaşayamadıklarına, barınamadıklarına bakılmaksızın… Sonra açlık, sonra tokluk sorgulanır. Evet, komşu belki açtır ama cebinde bilmem kaç bin liralık telefonu vardır. İnananlara komşu olabildiğine göre barınabileceği bir evi vardır, sokakta yaşamıyordur. Anlamlar ille de zorlanacaksa, “E biz de doya doya, döke saça yemiyoruz ki kardeşim” avuntusuyla işin içinden sıyrılmak mümkündür.

     Ya da aynı şey İbn-i Abbas’tan rivayetle şöyle söylenebilir: “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü’min değildir.” Herhalde olgun mü’min olma iddiasını taşıyan pek az insan kendisini muhatap kabul eder. Onların yaklaşımı dahi kendilerine bonus çıkmış ve onlar dışında kimse böyle bir beceri gösteremezmiş kıvamındadır. Değil dünyada kendilerine karşılık olarak bahşedilen müreffeh yaşam, ahireti bile parsellemişlerdir. Öyle ki kimin cennete girip, kimin giremeyeceğine dair yorumlarının ardı arkası gelmez. Yardımlaşmak, ancak dernekleşmekle, vakıf kurmakla ve kendi yandaşlarını kayırmakla kaimdir. Akrabayı gözetmek her alanda onlara olmadık maaşlar bağlamak anlamındadır. Yakınlara bakmak kamu ihalelerini yandaş şirketlere vermek cinsinden anlaşılır. 

     Belki birkaç samimi insan, birbirine bu kutsal cümleleri yeniden kurmakta mazurdur. Ancak onların dahi muhatap oldukları gruplar, bir masa etrafında toplanmış mensuplardan oluşuyorsa, masanın biraz gerisine denk düşmüş insanlara bir çay ikram edilmemesi dikkatlerini çekmez. Aslında buralarda olan biten hiçbir şey dikkat çekmez. Dikkate değer görünen, hayata değmeden dile dökülen zırvalardır. Açlık, Knut Hamsun’un yaşayarak yazdığı kitabının adıdır.