İnsan ne çok şeyi unutuyor hayatında. Ne çok şeyi geri plana atıyor. Dünya dediğimiz bu geçici konaklama yeri için, sayıları belli nefeslerimiz için, daha zengin olmak daha çok statü kazanmak, bize ait bile olmayan mal ve eşyayı yığdıkça yığmak için... Ne çok güzelliği feda ediyoruz aslında

Öylesine dalmışız ki bu hayatın girdabına, hiçbir şeyin farkında değiliz. Öylesine kurbanı olmuşuz ki araçların, asıl amaç neydi bilemez olmuşuz. İçinde yaşadığımız binalar yükseldikçe biz de hapsolmuşuz beton yığınlarının içine.

Evet, “Yaşıyoruz işte” dediğimiz her ne varsa hayatımıza dair, bizi asıl olandan öylesine uzaklara taşımış ki, artık nerede olduğumuzu bile göremez olmuşuz. Biz neydik Niçin var idik Nereden geldik nereye gider idik Bizim için uzun ama aslında “Bir günün yalnızca bir kısmı kadar” (23/113) kaldığımızı mahşerde anlayacağımız bir dünyada durmadan yürürken, hırs ve isteklerimizin peşinde koşturup dururken ve aslında kendi hayatımıza dair de pek çok şeyi unutup dururken, unutkanlık bizim bir diğer adımız olmuşken... unuttuğumuz en önemli şey neydi acaba Yol mu Yolun üzerindekiler mi Yolun gittiği yer mi Yoksa yolun sahibi mi !

Evet, bizler bu yolun sahibini unuttuk. Bizi Müslüman olarak yaratan, temiz ailelere evlat yapan, mutlu yuvalar kurdurtan, biz kendisini unuttuğumuz halde bize yine de en güzel nimetlerini veren Yaratıcımızı, bize bu dünyada rahmet eden Rahman’ı ve ahirette de rahmet edeceğini vaat eden Rahim olan Allah’ı unutalı çok uzun zaman oldu.

Öylesine yoğun yaşıyoruz ki hayatı, öylesine koşturmacayla geçiyor ki günlerimiz, O’nu hatırlayacak vaktimiz de fırsatımız da olmuyor değil mi Çok ağır gelebilir bu ithamlar nefsimize ve vicdanımıza. Ama bunu anlamak için tek bir soru sormak yeterlidir aslında Tek bir soru yüreğimize En son ne zaman açtık ellerimizi semaya En son ne zaman gözümüzden yaşlar aka aka, yüreğimiz yana yana “Allah” dedik En son ne zaman içimiz sızladı varlığının kudreti aklımıza geldiğinde Başımız dara düşmeden, içimize yara girmeden, yalnızca O’nu hatırladığımız için, O’nu özlediğimiz için en son ne zaman gittik kapısına Annemizi babamızı birkaç gün görmesek, sevgili dediğimiz her ne varsa kalbimizde; eşimiz, eşimiz olmasını istediğimiz, arkadaşımız, ya da dostumuzdan biraz ayrı kalsak, küçük bebeğimizin uykusu biraz uzun sürse, hatta bir iki gün uykusuz kalsak uykuyu, biraz aç kalsak tokluğu bile özlerken ve özlemimizi gidermek için adımlar atarken, özlediğimize özlemimizi bildirirken... asıl sevilmesi ve özlenmesi gerekeni, sevgiyi de özlemi de yaratan ve kalplerimize yerleştireni, ne zaman özledik en son

Oysa biz, ne zaman ki ters gitti bir şeyler, ne zaman ki hayat raydan çıkmaya başladı o zaman hatırlar gibi olduk. Herhangi bir hastalık gelip yerleşince vücudumuza, şifanın yalnızca O’ndan geleceğini hatırladık. Eşimizle kavga ettiğimizde, haksızlığa uğradığımızda, ciddi bir mal kaybı yaşadığımızda, sevdiklerimizin canıyla imtihan edildiğimizde, başımıza bir musibet, evimize bir afet uğradığında, yani bizim elimizde zannettiğimiz yaşamımızın parmaklarımızın arasından kayıp gittiğini gördüğümüzde... ancak o zaman geldi aklımıza O Yüce Kudret! Ancak o zaman çaldık kapısını. Aciz olduğumuzu anladığımızda bildik her şeyin O’nun elinde olduğunu Güçsüz olduğumuzu hissettiğimizde anladık, O’nun Kadir olduğunu. Dara düştüğümüzde kavradık O’nun en zengin olduğunu.

Oysa O hiç unutmadı bizi. Biz uzaklaşsak da O’dan, O hep kavradı bizi merhametiyle. “Ben kullarıma şah damarından daha yakınım” (2/186) diyerek gösterdi bize olan yakınlığını. Gerçekten bize O’ndan daha yakın olan kimse var mı “Dua edenin duasına karşılık veririm” (2/186) diyerek açtı hazinelerinin kapılarını. Biz istedik O verdi. İstemeyi unuttuğumuzda “Yok mu dua eden, duasını kabul edeyim. Yok mu benden isteyen, istediğini vereyim. Yok mu bağışlanma isteyen, onu bağışlayayım” (Buhari, Daavat: 14; Müslim, Salatu’l-Müsafirin: 168) diyerek içimize güven ve sekine verdi...

Unutmayalım ki O bizi özlüyor, O bizi kapısına bekliyor. O bizden bir ses, bir soluk bekliyor. O’ndan gayrı her şeyi olduğu yere bırakıp yalnızca O’na yönelmemizi istiyor.

O halde bu dünyada ne için bulunduğumuzu sık sık hatırlayalım. Bizi Yaratanı diğer yaratılanlar uğruna feda etmeyelim. Günümüzün bir kısmını ayıralım. Bütün koşturmacamızı kısa bir nefes için durduralım ve Rabbimize selam verelim.

Ne güzeldir Rahman’la konuşmak. Ne güzeldir O’nunla irtibat halinde olmak. Çünkü bu karmaşık dünyada bizi rahatlatacak, yaşadığımız tüm sıkıntıları unutturacak en güzel yol O’nunla konuşmaktır. İnsana güç ve kuvvet verecek tek dayanak, O’nun hep yanında olduğunu hissetmektir. Bize O’nu unutturan her ne varsa sıyrılalım. Alelacele kıldığımız, işlerimizin arasına sıkıştırdığımız namazlarımızı daha özenli kılalım. “Kulun Rabbine en yakın olduğu yer” (Müslim, Salat: 215; Nesai, Tatbik: 78) olan secdelerimizi uzatalım ve O’nun huzurunda olduğumuzu bilerek titreyelim haşyetinden, titreyelim yüreğimizi ısıtan sevgisinden. Sonra hemen kalkmayalım seccadelerimizden; günün tüm yorgunluğunu, kalbimizin tüm kirini dökelim orada. Rahatlayalım, içimiz huzurla dolsun. Bir sonraki buluşmayı özlemle bekleyelim. Ama zaten hiç ayrılmadığımızı, hep yanımızda olduğunu hatırlayınca gücümüz artsın, umudumuz artsın, aşkımız artsın!

Evet, yıllar geçip gidiyor, zaman hızla akıyor ve biz ne kadar koştursak da yetişemiyoruz peşinden. Ölüm gelip de kalbimizde taşıdığımız Allah sevgisinden başka ve O’nun sevgisini bu dünyada nasıl gösterdiğimizden başka yanımızda hiçbir şey götüremeyecekken, gayemizi hiç unutmayalım. Yıllarımızı boşa geçirmeyelim. Unutmayalım ki Allah ile irtibatı olmayan bir kalp paslanmış demektir. Kalplerimiz paslanmadan aslımıza dönelim, Rabbimize rücu edelim...