Müslüman Buda’ olarak da anılan İbrahim Ethem, saltanattan feragat ettikten ve vazgeçtikten sonra şark yolculuğuna çıkar. Daha doğrusu sırra kadem basarak izini kaybettirir. Yolculukları ve inzivası onu siyaset sultanı yerine hikmet sultanı yapar. Bundan dolayı sufiler şöyle demişlerdir: “Ehl-i dünya ve saltanat erbabı bizim içinde bulunduğumuz saadeti bilseler bunu ele geçirmek için kılıçlarla saldırırlardı…” Elbette bu hikmet, kılıçla değil gönül sermayesiyle elde edilir. İbrahim Ethem de sarayını terk ettikten sonra hikmet saraylarını aramaya başlar. Yolu Şam’a düşer. Ailesinin geri celp etmek için kendisine ulak gönderdiği rivayet edilir. Nitekim Gazali de sonraki asırlarda benzeri bir yolculuğa çıkar ilim şehzadesi ve sultanı iken hikmet sultanı olmaya karar verir. Şam-Kudüs arasında 11 yılını geçirir. Lakin ailesinden gelen ısrarlı istekler üzerine Tus’a geri döner. Onların özlemine dayanamaz ve kızlarını ve eşini görmek ve son demlerini yanlarında geçirmek için Tus’a avdet eder. Raviler derler ki, İbrahim Ethem, Şam’da keşfolunca veya sırrı ortaya çıkınca Mersin’e gelir. Burada nar bahçelerinde bahçıvan olur. Lakin sahibinden izinsiz tek bir nar bile koparıp yememiştir. Bir gün sahibi geldiğinde kendisinden yemek için olgun bir nar seçip getirmesini ister. İbrahim Ethem’in getirdiği nar hamdır ve ekşi çıkar. Bunun üzerine sahibi çıkışır ve nasıl olur da narın ekşisiyle tatlısını ayırt edemediğini sorar. O da tatlarına bakmadığını söyler. Bunun üzerine sahibi bu garip tavırlı adamı keşfeder. Ünü yine civara yayılır. Derler ki, bu ikinci inkişafından veya sırrının faş olmasından sonra İbrahim Ethem yine asude gönül iklimine kavuşmak için adresini değiştirir. Onun zenginliği şöhrette değil, iç dünyasında gizlidir. Gönül zenginliğinin peşindedir. Akşemseddin de İstanbul’un fethinden sonra aynısını yapmış ve iç dünyasına, Göynük’e yerleşmiştir.    

*

Demek ki İbrahim Ethem Toros eteklerinde bulunmuştur. Prof. Faruk Hammade de bir konuşmasında anlattığına göre, Şam ile Anadolu arasında tampon ve sınır olan bu sıra dağlar yani Toroslar ilim meclislerine sahne olmuştur. Faruk Hammade, Toros eteklerinde ve tepelerinde muhaddislerin ilim meclisleri kurduklarını ve burada nöbetleşe ilim müzakere ettiklerini ifade eder (http://www.youtube.com/ watch v=mrPJiy0mQl0 ). Hadis talebi yolculuklarından bahsettiği konuşmasında ilginç şeyler anlatmaktadır. Hadis âlimlerinin ve taliplerinin kendi aralarındaki ilişkilerine değinir. Günümüzde en hatırlı âlimlerinin bile 50’den fazla hocası bulunmazken o dönemde İsbicap ile Kayravan arasında bir hadis talibi veya öğrencisi, iki bin kadar hocanın veya muhaddisin dizinin dibinde meşk ederdi. İsnad ilmi bu sayede inkişaf etmiştir. Bu o dönemin insanındaki hadis aşkını ve ilim aşkını göstermektedir. O dönemin insanları hadis konusunda kendilerinden öyle geçiyorlar ki (tefani sırrı) şehir şehir ve bölge bölge dolaşıyorlardı. Hadis talebi anonim haline gelmişti ve bu yüzden hadis ilminin (mustalah el hadis) kurucusu bilinmiyor. Hâlbuki usul-u fıkhın kuruculuğu İmam Şafi veya İmam Ebu Yusuf’a hamledilir. Tesis onların payına düşmüştür.   Diğer ilimlerin de banileri maruftur veya tartışmalı olsa da netice itibarıyla kurucu isimler bellidir. Hadis ilmi ise anonimdir. Çünkü bunun kurucusu ümmettir. Ümmet Hazreti Peygamberin sözlerinin ve fiillerinin varisidir. Teessi (örneklenme) veya tesennün (sünnetlenme) ile yani sünnete iktida ile ümmet Hazreti Peygamberin varisi olmuştur. Bu zamanla gelenek (gelenek bazen daha genel anlamda kullanılsa da) haline gelmiştir.

*

Geçmişte hadis talebi yolculuklarına çıkmayanın ilmine itibar edilmezdi. Muhaddisler zamanla gezgin haline gelmişlerdir. Onların hikâyesini Hatib-i Bağdadi bazı risalelerinde ve İmam Zehebi ise El Emsar Zevatu’l Asar adlı kitabında anlatmış ve dile getirmiştir. Genelde ulemanın ve özelde muhaddislerin himmetini, Abdulfettah Ebu Gudde’nin ‘Ulema nezdinde zamanın kıymeti’ gibi kitaplar üzerinden takip etmek mümkündür. İlginçtir, asrımızda Suriye’de tanınmış muhaddisler veya hadis âlimleri yetiştirmiştir. Bunlardan birisi Zahid el Kevseri’nin talebelerinden Halepli Abdulfettah Ebu Gudde’dir. Keza alanında temayüz etmiş Halepli âlimlerden bir diğeri de Muhammed Avvame’dir. Prof. Faruk Hammade ise Humus’un Tel Zehep bölgesinde doğuyor ve Şam Üniversitesi’ni bitirdikten sonra Fas’a yerleşiyor ve son olarak da BAE’nin Şarıka Emirliği’nde ilmi faaliyetlerine devam etmektedir. Faruk Hammade gibi âlimleri dinlerken neredeyse insanın ölü damarları yeniden harekete geçiyor. Allah sayılarını artırsın ve yerlerini boş bırakmasın. Hayru’l halefler nasip etsin.