Herkes bizim gibi düşünsün, bizim gibi olsun isteği
kendimizi beğenmişlikten midir, yoksa farklı olana tahammülsüzlükten midir,
bilinmez ama bırakın siyasileri biz gazeteciler ve köşe yazarları bile
tartışmayı görüşlerimizi ifade etmenin ötesine geçiriyor, işi hakaret yarışına
çeviriyoruz. Sanki daha çok bağırır, kim daha çok karşısındakine küfreder,
alaya alır, hakaret ederse tartışmanın galibi olacakmış gibi bir hava esiyor.
Tartışmanın her alanda bu noktaya gelişinde toplumun da rolü vardır söz gelimi
bir köşe yazarı hakaretlerinin dozajını artırdıkça kendisine ilginin arttığını,
siyasiler ise taraftarlarının daha çok alkışına muhatap oluyorlarsa siyasette
de, medyada da tartışmaların fikir mücadelesi seviyesinde kalması mümkün olmuyor.
Birisi seçmene, diğeri de okuyucuya şirin görünmeyi marifet bildikçe bu
gidişatı değiştirmemiz mümkün olmayacak görünüyor.
Söz gelimi birkaç gün önce bir ABD gazetesinden aktarılan
Türkiye nin IŞİD den petrol aldığı haberi medyamıza da yansıdı. Gazeteciler bu
haberi Katar dönüşü Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan a sormuşlar. Söz konusu haberi
Amerikan gazetesinden alıp gazetelerinde yer verenlerden birisi de bu soruyu
sormuş olabilir. Bizde çünkü işler böyle yürüyor. Önce adının açıklanmasını
istemeyen bir kaynağa atfen haber yapılır, arkasındanda bu uydurma haberi
dayanak yaparak sorular sıralanır. Her ne ise derdim bir medya kritiği yapmak
değil. Tartışmada üslup sorunu üzerinde durmak istiyorum. Cumhurbaşkanı Sayın
Erdoğan da bu soruya, IŞİD petrolü adice atılmış bir yalan karşılığını
vermiş. Sadece yalan demekle yetinmemiş, pekiştirmek için yalanın önüne bir de
adice sıfatı eklemiş. Bir başka siyasi haberde geçtiğimiz günler Söğüt te
düzenlenen programda BBP Genel Başkanı na söz verilmemesi ile yaşanan olayı
televizyonlardan izledik. Genel başkanlarına söz verilmemesine kızan bir
partili kürsüyü tekmeleyerek mikrofonu yere atmıştı. Görüntü hoş değildi, hatta
çirkindi. Yaşanan tam bir öfke patlamasıydı. Ancak, bu olayla ilgili gazetelere
yansıyan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan a ait olduğu ileri sürülen
değerlendirmede en az olay kadar ağırdı. Çünkü Akdoğan ın, Üzerinde Türk
bayrağı olan bir kürsünün tekmelenmesi, büyük bir şuursuzluk, büyük bir
densizliktir. Bu kansızlığı yapanlar değil milliyetçi olmak, milliyetçi bile
geçinemezler dediği ileri sürülüyordu. Bu haberi verdikten sonra bu defada
BBP kanadına gidip oradan karşı cevap almak işi kızıştırmak için gerekli değil
mi Gitmişler ama BBP kanadı serinkanlılığını korumuş, olayın daha fazla uzaması
engellenmiş. Özellikle devleti yönetme mevkiinde olanların öfkelerine hâkim
olmaları gerekmez mi Herkes öfkesine kapılarak birilerine laf yetiştirirse bu
ülkede huzuru sağlamak mümkün olabilir mi
***
Bu iki örneği aktardığıma bakarak iktidara yönelik bir
karalama hevesinde olduğum anlaşılmasın. Derdim kimin kime ne dediği değil.
Eğer bu olsaydı şahsıma dönük bir takım nitelendirmeleri internet ortamında
sıralayan ama adını veremeyecek kadar korkak ve densiz adama cevap verirdim.
Ama o zaman onun seviyesizliğine düşerdim. Söz gelimi beni hainlikle itham eden
bu adama neyi ispat edeceğim. Yöneticilerinin kızdıklarına karşı dillerinden
düşürmediği hainlik ithamının cazibesine kapılmış olabilir. Kalbi mühürlenmiş,
sözlüğünde hakaretten başka bir kelime bulunmayan, kelime dağarcığı böylesine
sınırlı biriyle neyi nasıl tartışırsınız ki. Evet, derdim sadece ülkeyi yönetme
ve kamuoyunu haberlerden haberdar etme durumunda olanların üsluplarına dikkat
etmeleri gerektiğini hatırlatmaya çalışmaktan ibaret.