AKP, isteyen herkesin istediği her şeyi bulabildiği süpermarkete benzemektedir. Hoca efendisi sakalı, sarığı ve itibarını, tarikatı tekkesine desteği, tesettürlü kadın başörtüsü ve çarşafını, boşanma kolaylığı isteyen fırsatını, hırsız ve rantiyeci kâr ve faizini, eşcinsel dernek kurma ve aday olma hakkını, Amerika Büyük Ortadoğu Projesi ve İsrail ile stratejik ortaklığını yürütebiliyor, Müslüman Kardeşler moral destek bulabiliyorlar. Kendileri barış ve kardeşlikten söz ediyorlar ya, en büyük toplumsal gerilimi de onlar çıkarıyorlar. Müslüman liberal demokrat diye tanımlanıyor fakat sağcısına liman, solcusuna sığınak olabiliyor. İslamcı diye itham ediliyor ama en sağlam ve garantili batı yanlısı politikaları da onlar üretiyorlar. Bu haliyle AK Parti, ilke namına elle tutulur hiçbir değer ve sabitesi olmayan, her şeyi ile tam bir kitle partisi.

Peki, bu AK Parti’nin aslı, gerçeği ne, onu nasıl tanıyalım Aslına bakılırsa, hem arayan istediğini buluyor ve hem de hiç kimse bu marketin sahibi olamıyor. Kimi Yahudi dükkânında besmele gibi dururken, kimi de Müslüman mahallesinde salyangoz misali satılıyor. Bu durumda marketin kime çalıştığı, sahibinin kim olduğu belirlenemiyor. Kısa zaman önce, ABD’li yetkililerinin Türkiye’de Abdurrahman Dilipak ve Ali Bulaç gibi İslâmcı yazarlar ve kimi kanaat önderleriyle gizlice görüşerek Refah Partisi’ndeki yenilikçi genç kanada bir parti kurdurmak ve iktidara getirmek için vaktiyle çalışma yaptıklarına, AKP’nin bir proje partisi olduğuna dair itiraflar dile getirilmişti. Yapılan bu cazip teklifi birlikte yürütmek için “Reis” ten davet alan merhum Muhsin YAZICIOĞLU “ayı ile yatağa girmenin bedeli olduğu” gerekçesi ile hayır demişti. Yazılıp çizilenlerden anlaşıldığına göre, hakkında görüş ve kanaat toplanan “Reis” ne istendiğinin farkındadır ve risk alınmadan siyaset yapılamayacağı kanaatindedir. Her ne kadar siyasal yasaklı da olsa, gücün ve güçlünün engel tanımayacağını bilmektedir. Özlemi büyük, arzusu şiddetlidir. Liyakatinde şüphe yoktur fakat Ankara’daki (Genel Merkezdekiler)  kendisine hep engel olmuş, önünü kesmişlerdi.

Erbakan hayalci bir insandır, gemiyi defalarca karaya oturtmuştur. Söylediklerinin hepsi de doğru değildir üstelik. İslâm fertlerin dinidir ve şahıslar tarafından yaşanır, devletin dini olmazdı. Girmekte olduğumuz Avrupa Birliği ve gücün muhteşem temsilcisi Amerikan siyasi iradesi de sürekli aynı şeyi söylüyordu. Sanayileşmek olmazdı, çünkü yarıştan kopmuştuk bir kere ve ısrar etmek de risk almak demekti. Modern iktisat finansal hareketlilikten kazanıyordu ve küresel ekonomi sanayide ortak istemiyordu. Yuvarlanan tencereye kapak olmak varken siyasetten mahrum kalmak akıl işi değildi. Kaçanı kovalamak gerekiyordu, masaya oturmak ve pazarlığa başlamak. Balkanlardan başlayan sınır değişiklikleri, savaşlar ve yeniden yapılanma Kafkaslara kadar sürecek, Uzakdoğu ve Ortadoğu ateşe verilecekse işin içinde olmak ve rol almak yerinde olurdu. Çünkü rol çalabilmenin yolu rol almaktan geçebilirdi. Değişmesi gereken sınırların hemen tamamı Müslümanlara ait olduğu biliniyor olduğu için yakılıp yıkılmadan yapılacak bir değişimin başını çeker, tarihsel aktörlüğümüzü hatırlatır, liderliğimizi konuştururuz. Komşularımızla ilgili elimizde “Sıfır Sorun” gibi dikkat çekici parlak bir sloganımız vardı ve içi sonradan doldurulsa da olurdu.

Birçoğunun ismini seçildikten sonra duyup, karşılaşınca tanıdıkları siyasi ve ideolojik akımların doğru olduğunu, yeni yeni anladıkları batılı değerlerin yüceliğini kabul etmek bir erdem haline geldi. Kendi insanımıza biçimlendirerek aktardıkları bu özgürlük temelli değerler müttefiklerimizin dostluk şartı da olduysa eğer, halkımıza yedirmek de doğal olarak bizimkilere düşecekti. Kendi bin yıllık değerlerimizi de tamamen kaybetmiyor, bütün bireysel ibadet ve inançlarımızı yaşamayı garanti etmiş bulunuyoruz. Her ne kadar İslâm da kendi egemenliği içerisinde batıla yaşama hakkı veriyor olsa da reel politik, batılın egemenliğini dayatmaktadır. Bunu Müslümanlara dindar olmayan insanların eli ile yedirmenin çok zor olduğu çoktan öğrenilmişti. Savaş en üst düzeyde ve en derinde bu konuda sürüyor şimdi; Hakkın egemenliğinde batıla da yaşama hakkı mı, batılın egemenliğinde Hakk’a da yaşama hakkı mı Batıl, bugüne kadar bu hakkı tanımamıştı, bundan sonra tanırsa tabii.