Ülkemizde kadına yönelik şiddet eylemlerinde giderek artış gözleniyor. Bunun önüne geçmek için yeni yasalar çıkartılıyor, var olanlarda cezalar artırılarak şiddetin önüne geçilmeye, kısacası yasaların caydırıcılığından yararlanılmaya çalışılıyor. Ancak, çıkartılan yeni yasalara bir takım sözleşmelere atılan imzalara rağmen kadına yönelik şiddette azalma olmadığı gibi rakamlar giderek arttığını gösteriyor. Toplumda sadece kadına yönelik değil, erkeklerin erkeklere yönelik şiddet eylemlerini birlikte düşünmeden, sadece kadına yönelik şiddet eylemlerinin sebebini doğru tespit etmek mümkün olmaz.

Şehirlerde ister arabanızla ister toplu taşıma araçları ile trafiğe çıktığınızda karşılaştığınız sürücü ve yayaların her an patlamaya hazır bomba gibi olduklarını görürsünüz. Sürücülerin pek çoğunun bırakın trafik kurlarına uymalarını beklemeyi birbirlerine saygılarının kalmadığını görüyorsunuz. Eğer, kurallara uymayanlarla uğraşmaya kalkarsanız akşam evinize zor dönersiniz, gününüzü ya karakolda ya da hastanede geçirmek zorunda kalırsınız. Demek istediğim o ki, toplumda insanların birbirine karşı sevgi ve saygısı giderek azalıyor. Böyle olunca da hoşgörü ve sabır kalmıyor. Toplumu bu noktaya getiren sebepleri doğru tespit etmeden toplumu, kadınlar, erkekler, çocuklar, sağlamlarlar, engelliler gibi bölümlere ayırıp her bölüme yönelik yasal düzenlemeler yaparak sevgi ve saygı eksikliğinin sebep olduğu tahammülsüzlüğü gidermek mümkün olmaz. Kaldı ki, toplum kadını, erkeği ve çocuğu ile bir bütünlük arz eder.

Özellikle kadına yönelik şiddet eylemlerini bir takım yasal düzenlemelerle engellemenin mümkün olmayacağını daha öncede ifade etmiştim. Değer yargılarımızdaki erozyon sebebiyle giderek kimliksiz bir toplumun oluşmakta olduğunu belirtmiştim. Bu sebeple biz kimiz ve neyiz sorularını yeniden cevaplandırmak gerekiyor. Bir yanı ile Batılı, diğer yanı ile doğulu, bir yanı ile Müslüman diğer yanı ile farklı bir kimliğe sahip toplumda fertler arasında kalıcı ve sağlıklı kurallar oluşmuyor. Bu kuralsızlık ister istemez sadece kadına yönelik ilişkilerde değil, toplumun tüm fertleri arasındaki ilişkilerde belirsizliğe yol açıyor. İşine geldiği zaman Batı, işine geldiğinde Doğu değer yargılarına sarılan fertlerin ilişkileri de ister istemez kuralsızlığa dayanıyor. Bu bakımdan adına ister örf ve adet, ister dini kurallar deyin toplumu ayakta tutan bu toplumun tüm fertleri tarafından aynı şekilde anlamlandırılan kurallardır.

Kuralsızlık herkesin kendine göre tavır belirlemesi, kısacası keyfiliği gündeme getirir. O zamanda fertler arasında sürtüşme ve çatışmalar kaçınılmaz olur. Toplumda genel geçerlilik kazanmış kurallar bir takım çevreler tarafından yıllardan beri “Mahalle baskısı” nitelendirmesi ile erozyona uğratılıyor. Sonuç olarak toplumun geneli tarafından benimsenmiş kurallar işlevini yitiriyor. Bu kuralsızlık yasal düzenlemelerle çözüme kavuşturulmaya çalışılıyor. O da istenen sonucu vermiyor. Çünkü toplum huzur ve güvenliği sadece yasalarla sağlanamaz. Örf ve adetler, dini değerler de en az yasalar kadar toplumda düzeni sağlayan kurallardır. Bu bakımdan öncelikli olarak toplumda cinsiyet ve yaş farkı gözetmeksizin fertler arasında sevgi ve saygıyı esas alacak bir yapıya ulaşılması gerekiyor. Kısacası biz kimiz, kim olmak istiyoruz sorusuna net bir cevap vermek durumundayız. Aksi halde toplumsal huzuru sağlamak adına sergilediğimiz çabalar boşa gider.