Sultan kendi ifadesi ile “her kötülüğün kendisi” olan bu Sevr paçavra projesini, Damat Ferid Paşa’nın zorlamasına rağmen Sultan tarafından imza edilmemiş bulunduğu devrin İç İşleri Bakanı Ahmet Reşit Rey, tarafından hatırlarında açıkça ifade edilmektedir; “Zat-ı Şahane’nin bu metni Sadrazam Ferid Paşa’nın, telkin ve zorlamasına rağmen, tasdikinden kesin bir şekilde kaçındığı şüpheden uzaktır.”
ANA hatları 24 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920’de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti’ne verildi. Antlaşması’nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilaf Devletleri’nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920’de Anadolu’da ve Trakya’da saldırıya geçti. Bursa’nın, Balıkesir’in, Uşak’ın ve Nazilli’nin ardı ardına işgali ile Sevr’in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemek, Osmanlı Sultan’ı ve Hükümetini zora sokup boyun eğdirmek bu saldırıda esas amaç olmuştu.
Sevr Antlaşması’na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk Milleti de yaşama hakkından yoksun bırakılıyordu. Rumeli sınırımız aşağı yukarı İstanbul vilayetine sınır olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu (İzmir ve havalisi) Yunanlılara verilecekti. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye’nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa’ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan’ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye’ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak’ın kuzey kısmında nüfus bölgeleri tesis ediyorlardı.
İstanbul’da ise hükümet ve padişah oturacak fakat; İstanbul, milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlarda ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı. Türklere bırakılan bölge, hâkimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr’e göre, memleket dâhilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tâbiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tâbiyetine de giremeyecekti.
Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan malî ve iktisadî hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devleti’ni İtilaf Devletleri’nin müşterek sömürgesi haline, getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı Devleti’nin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son Hükümdarı Sultan Mehmed Vahideddin Han, bu antlaşmayı kabul ettiği, onayladığı iddiasıyla hainlik vasfını kazanmış bulunmaktadır. Peki, ama Sultan gerçekten böyle rezil bir belgeyi onayladı mı Ya da onaylamadıysa ortada bulunan bu mevcut ihanet kavramı da nereden çıktı. Şimdi gelin hep beraber bu konu üzerinde duralım ve “Sevr” denilen ucube hakkında ne düşünmüş bir bakalım.
Türk Milleti’nin varlığını yeryüzünden ebediyen silebilmek için bir “ölüm fermanı” olarak hazırlanan Sevr Anlaşması, İtilaf Devletleri tarafından 10 Ağustos 1920’de imzalanmıştır.
Bu sırada büyük bir telaşa kapılan Sadrazam Damat Ferid Paşa da, “Reddedersek hemen Yunanlılar İstanbul’u istila edecek.” iddiasının hâsıl ettiği derin kaygı ve korkunun ve “Ne kurtarabilirsek kârdır.” düşüncesinin tesirinde kalarak, kendini antlaşmayı onaylamak mecburiyetinde görmüştür.1 Fakat fevkalâde ağır maddeler içermesi, padişah kendi isteği ile ya da zorla imzalasa dahi geçerlilik kazanabilmesi için antlaşmayı onaylayacak bir Osmanlı Meclisi’nin bulunmaması (Çünkü Kanun-i Esasi’ye “Anayasaya” göre padişahın onayından evvel meclisin onayı gerekiyordu. Oysa İngilizler tarafından çalışamaz hale getirilen meclis, 11 Nisan’dan beridir kapalıydı.) çok önemliydi. Antlaşma, Türk tarafı adına fiilen kabul edilmemiş, ölü doğmuş ve gerçekleşme imkânı bulunamamıştır.2
Sultan, Antlaşma maddelerinin hafifletilerek kabul edilmesini engelleyemese de, Damat Ferid’in imzasına rağmen onaylamaya kesinlikle yanaşmamıştır ve geleneksel politikasını burada da uygulayarak oyalama taktiğine başvurmuştur. Dolayısıyla Antlaşmayı kesinlikle imzalamamıştır. İşte, tarihin verdiği bu katî hükmü ispatlayan sağlam deliller;
1- Sevr’den her bahsedildiğinde “Musibetler Mecmuası” “Mecelle-i Mesaib” diyen ve Antlaşmayı tasdik etmektense tahtımdan feragat etmekte kararlıydım, ifadesini kullanan Padişah Vahideddin Han, Avni Paşa’ya dikte ettirdiği hatıralarında kendini şöyle ifade etmektedir;
“… O Sevr ki ilk defa elime aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim… Sevr bana göre ne bir antlaşma ne de bir paktı. Kötülüğün baştan aşağıya ta kendisiydi. Bu belge elime geldiğinde, mecburi ve geçici bir imza taktiğiyle biraz zaman kazanmaya çalıştım. Eğer işler kötü gider ve bu oyalamayı başaramazsam antlaşmayı imzalamaktansa tahtan feragate kararlıydım.3
2- Yurdu terk ettikten sonra Mekke’de yayınladığı bildiride de hemen hemen aynı şeyleri söylemiştir;
“… Ben Sevr Antlaşmasını kesinlik kazanmış bir şekilde tasdik etmedim. Meselenin kesinlik kazanmasının Meclis-i Mebusan’ın kabulünden sonra beklediğini ve hak ve adaletle bağdaşmayacak şekilde gayr-ı tabii olan böyle bir antlaşmanın devam edip uygulanamayacağını bildiğimden hakkımızın anlaşılmasına uygun bir zamanın gelmesine kadar vakit kazanmaya devam ederek antlaşmanın hükümet tarafından kabulüne taraftar göründüm.4
3- Hükümdarın damadı İsmail Hakkı Okday Bey’e göre ise Sultan Vahideddin, anlaşmanın geçici bir süre ile dahi imzalanmasına karşıdır. “…Sultan Vahideddin Han, Ekim ayında müttefiklerin onca baskısına ve Damat Ferit Paşa’nın kanunî mecburiyet olduğunu hatırlatmasına rağmen Sevr Antlaşmasını geçici olarak dahi imzalamayı reddetmişti. Sevr Antlaşması’nı daha sonra imzalamayı reddederek Sultan çok açık bir biçimde bu barışın şartlarını kabul etmediğini yeterince göstermişti”5 Zaten, 16 Mart 1920’de payitahtın İngilizler tarafından resmen işgaline ve meclisin dağıtılmasına sebep olmak pahasına, 28 Ocak 1920’de Misak-ı Millî’yi tasdik ederek Anadolu’daki Millî Mücadele Hareketini ve onu yürüten TBMM Hükümeti’ni desteklediğini ilk defa açıkça ilan eden bir padişahtan bunu beklemek çok abes olurdu.6
Bir de şu husus vardır, Milletlerarası bir antlaşmasının imzalanmış olması, bugün olduğu gibi, o zamanlarda da metnin yürürlüğe girmesi için kâfi değildi. Metin imzalanır ve devletler kendi kanunlarının öngördüğü şekilde onaylandıktan sonra “teati ederler”, yani onay belgelerini karşılıklı olarak birbirlerine verirler. Ve anlaşma ancak bundan sonra yürürlüğe girerdi.
Sevr’in 433. maddesinde, “Onay belgelerinin Türkiye ve üç müttefik devlet tarafından en kısa süre içinde Paris’e gönderip bir tutanak hazırlanmasından sonra yürürlüğe gireceği” yazılıydı. Türkiye ise bu anlaşmayı onaylamadı. Onay belgelerinin gönderilmesi ve teatisi diye bir şey söz konusu olmadı, dolayısıyla da Sevr, bizim açımızdan hiçbir şekilde resmiyet kazanmadı.
Türkiye’de o günlerde yürürlükte bulunan Kanun-i Esasi’nin, yani anayasanın değiştirilmiş yedinci maddesine göre, uluslararası antlaşmalar ancak Meclis’in tasdikinden ve hükümdarın onayından sonra geçerli olabiliyordu. Ama Türkiye’de o dönemin parlamentosu olan Meclis-i Mebusan, Sevr’in dört ay öncesinden yani 1920’nin 11 Nisan’ından beri kapalıydı, meclis metni tasdik etmedi veya edemedi ve zamanın hükümdarı Sultan Vahideddin de antlaşmayı hiçbir zaman imzalamadı.
O halde İstanbul Hükümeti Sevr’i niçin imzaladı İstanbul’un elden gitmesi korkusundan ve basiretsizliğinden!... Sadaret, yani Başbakanlık koltuğunda Türk tarihinin belki de en cahil, en alık ve en korkak isimlerinden birinin, Damat Ferid Paşa’nın oturuyor olması bu antlaşmanın hükümetçe kabulünün en etkili sebebidir.
Sevr’in resmi adı Barış Antlaşması idi. Müttefik ve ortak devletlerle Türkiye arasında imzalanmıştı. Müttefik Devletler; İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’dır. Ortak devletler ise; Belçika, Polonya, Romanya, Hicaz, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Çekoslovakya, Portekiz, Yunanistan ve Ermenistan idi. Antlaşma metninde Osmanlı için Türkiye diye bahsediliyordu. Bizde yaygın olarak bilinenin aksine Sevr’in altında o zamanın Sadrazamı olan Damat Ferid Paşa’nın imzası yoktu. Antlaşmaya Türkiye adına Bern’deki olağanüstü temsilci ve tam yetkili ortaelçi Reşad Halis Bey ile her ikisi de Ayan Meclisi üyesi yani senatör olan Rıza Tevfik Bey (Bölükbaşı) ve Hadi Paşa imza koymuşlardı.7
Sevr, her ne kadar uluslararası platformda antlaşma olarak adlandırılmışsa da o bir antlaşma değil, imzalanmadığı için “proje” olarak kalmış bir plandır.8 Nitekim Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta;
“…Efendiler! Mondros’tan sonra Türkiye’ye galip devletler tarafından dört defa sulh şartları teklif edilmiştir. Bunlardan biri Sevr Sulh Projesidir. Bu proje, hiçbir müzakerenin mahsulü olmayıp İtilaf devletleri tarafından Yunan Başbakanı Mösyö Venizelos’un da iştirakiyle tanzim ve Vahideddin Hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920 de imza edilmiştir. Bu proje, TBMM’ce bir münakâşa konusu bile addedilmemiştir.” demektedir.9
Dikkat edilirse M. Kemal Paşa, bu metni daima proje diye isimlendirmekte ve projenin imzalanışını Vahidedin’in Hükümeti tarafından diyerek Vahideddin Han’a değil, hükümete izafe etmektedir.10 Hatta İsmet İnönü bile kendi hatıralarında Sevr’den bir anlaşma olarak değil, bir proje olarak bahsetmektedir.11
Sultan kendi ifadesi ile “her kötülüğün kendisi” olan bu Sevr paçavra projesini, Damat Ferid Paşa’nın zorlamasına rağmen Sultan tarafından imza edilmemiş bulunduğu devrin İç İşleri Bakanı Ahmet Reşit Rey, tarafından hatırlarında açıkça ifade edilmektedir;
“Zat-ı Şahane’nin bu metni Sadrazam Ferid Paşa’nın, telkin ve zorlamasına rağmen, tasdikinden kesin bir şekilde kaçındığı şüpheden uzaktır.”12
Sultan’a hain damgası vurulmasına sebep olarak gösterilen Sevr Projesi’nin Sultan tarafından onaylanmadığı Avrupa tarafından bilinen bir gerçekti. Nitekim o günlerde Almanya’da çıkan; “Deutsche Tageszeitung Gazetesi”nin de satırlarında yer bulmuştur;
“İtilaf devletleri tarafından Türk İmparatorluğu için hazırlanan Barış Antlaşması Türkler tarafından daha imzalanmamıştır bile… İngiltere’nin İstanbul’u işgal etmesinden hemen sonra, zaten, gerçek hükümet küçük Asya’ya gitmiş ve Ankara’da yerini almıştır. Sadece İtilaf Devletlerine boyun eğen ve hiçbir şey söyleme yetkisi olmayan Sadrazam, birkaç kişi ile İstanbul’da kalmıştır. Birkaç gün içinde Paris’e gidip, Anlaşmayı imza edeceğini söylemiştir.”13
Peki, bu kadar belge ve bilgi Sultan Vahideddin Han’ın, bu antlaşma, belge ya da projeye imza atmadığı noktasında ortak bir ses halinde “Sultan bu belgeyi onaylamamıştır.” ana fikrinde buluşuyor olmasına rağmen bu, Sultan Sevr’i onaylamıştır fikri de nereden çıktı. Dilerseniz gelin şimdi de bu konuyu o günlerin en yakın şahitlerinden biri olan İsmail Hakkı Bey’in hatıralarından inceleyelim;
“Türkiye’ye çok ağır şartlar getiren Sevr Sulh Projesini görüşmek için, Sarayda bir şûra toplanması kararlaştırılmıştı. Zira o sırada Meclis-i Mebusan kapatılmış bulunuyordu. Saltanat Şûrası adı verilen bu şurada pek ağır maddeler ihtiva eden Sevr, güya memleket büyükleri ve aydınlarının oylarına sunulacak ve verilen karar gereğince hareket olunacaktı. Hâlbuki Sadrazam Ferid Paşa o toplantıya katılacak olanların kendi eseri olan Sevr muahedesinin mutlaka lehinde oy kullanmalarını temin için çalıştı. Bunun için bir hileye bile başvurdu şöyle ki; Ferid Paşa, çıkış kapısının hemen yanında bir yer hazırlattığı padişaha, açılış nutkunu okutup meseleyi orada bulunanlara bildirdikten sonra vereceği bir işaret üzerine kalkıp yandaki odaya çekilmesini ve neticeyi orada öğrenmesini arz ettiğini, şûrayı ondan sonra toplamış olduğunu haber aldık.
Memleketin kalburüstü gelen vezir, paşa, eski nazır, ayan ve eşrafı adına İstanbul’da bulunan kim varsa davet edilmişlerdi. İlk sözü sadrazam söyledi. Sonra Sevr’den bahsetti. Sonra orada bulunanlara evet ya da hayır demelerini söyledi. Hiçbir madde değiştirilemez ya da esnetilemezdi. Ya kabul olunacaktı veyahut reddolunacaktı.
Davet olunanlar arasında Veliahd Abdülmecid Efendi de bulunuyordu. Dikkat ettim, yüzü heyecan ve teessürden bembeyaz kesilmişti. Daha sonra konu ile ilgili olarak birkaç ayan üyesi söz aldı ve konuştu. Uzun ve sert görüşmelerden sonra nihayet projeyi kabul edenler ayağa kalksın denildi. Oylama esnasında orada bulunmasının gereği olmadığını düşündüğü Sultan’a, Damad Ferid Paşa, bu sırada salonu terk etmesi için işaret verdi. Bu toplantı öncesi bayılan ve doktor tedavisi gören kayınpederim Sultan Vahideddin dışarı çıktı. Yandaki odaya geçti. Padişah salondan çıkmak için ayağa kalkınca da hazır olanlar Hünkâr’a bir saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu şekilde selamladılar. Öyle ki bu ayağa kalkış projenin kabulü manasına mı geldiği, yoksa padişaha hürmeten mi yapıldığı açık olarak anlaşılmadı. Hatta o ara salonda bulunan Ayan Meclisi Azalarından Topçu Feriki (Kor-Orgeneral) merhum Rıza Paşa;
“…Biz Padişah’a hürmeten ayağa kalktık. Müahedeyi kabul ettiğimizden değil…” diye haykırarak, Sadrazam’ın bu oyununu açıkça protesto etti.14 Sultan bu toplantı öncesinde başkanlık etmek üzere salona gireceği anda vukua gelen bir üzüntün verdiği bir travma nedeniyle bayılmıştı. Ve sağlık durumu hiç iyi değildi.15
Sevr’in konuşulmaya başlandığı günlerde sadece İstanbul’u değil, bütün İslam dünyasını telâşlandırmıştı. Meselâ Hind Hilâfet Komitesi’nin Londra’da ki mümessili Talat Bey, Sultan’ın Başyaver’i Avni Paşa Vasıtasıyla Vahideddin’den anlaşmayı imzalamamasını istemişti. Bu istek karşısında Sultan’ın cevabı ise;
“…Ben ne yapacağımı bilirim. Bugünkü muameleler durumu kurtarmak ve vakit kazanmak içindir… Müsterih olsunlar.” oldu.16
Bütün bu söylenenlerden açıkça anlaşılan, o günlerde sarayda iki taraflı bir oyunun oynandığıdır. Kurtuluşun sadece İngiltere’den geleceğine inanan Ferid Paşa anlaşmayı imzalamakla Türkiye’nin takdir edileceğine inanmakta, yapması istenen her işi yerine getirmiş uslu bir çocuk edasıyla Londra’nın lütuflarını beklemekte ve hükümdarı da antlaşmayı tasdike zorlamaktaydı. Sultan Vahideddin ise eski saray politikasını devreye sokmuştu ve bekleyecekti. Bir yandan İngiliz taraftarı bir politika takip eden Sadrazamına inanmış gibi görünmek ve böylelikle işgal güçlerinin daha fazla ileri gitmelerini engellemeye çalışırken öbür taraftan Sevr’in sorumluluğunu hükümetin üzerine bırakarak kendi tasdikini geciktiriyordu. İngilizlere karşı hep aynı gerekçeleri öne sürüyordu. Meselâ İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral De Robeck Sevr’in imzalanmasından iki ay kadar sonra, 13 Ekim 1920’de sarayda hükümdarla görüştüğü sırada anlaşmanın hemen tasdikini istemişti.
Vahideddin Han’ın cevabı; “Şu anda yapılacak tasdik Anadolu’daki kıvılcımı daha da şiddetlendirir, Milliyetçiler hükümeti teslimiyetçilikle suçlayabilirler” şeklindeydi.17
Muhabbetle…
KAYNAKLAR:
1) Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C;2, Sf; 20, İstanbul,1989
2) İsmail Çolak, Sultan Vahideddin Han., Sf; 50
3) Şerif Paşa’nın Sultan Vahideddin’den Tuttuğu Şahsi Notlar, (1924-1925) den naklen Murat Bardakçı, a.g.e., Sf; 165-168
4) Sultan Vahideddin Han’ın Mekke Beyannamesi (1923)
5) Sultan Vahideddin’in Damadı İ.Hakkı Bey’in Notlarından Naklen Murat Bardakçı, a.g.e., Sf; 168.
6) İsmail Çolak, a.g.e., Sf; 52
7) Hürriyet Gazetesi 31 Ağustos 2003 tarihli sayısında M. Bardakçı
8) Charles Crozat, Devletler Umumi Hukuku, Sf; 399, İst, 1950
9) Atatürk, Nutuk, Sf; 453-454.
10) Kadir Mısıroğlu, Vahideddin Han., Sf; 243.
11) İsmet İnönü’nün Hatıraları, Ulus Gazetesi, 24 Temmuz 1968 , Tarihli Nüshası.
12) Ahmet Reşit Rey, Gördüklerim Yaptıklarım, Sf; 299, İst. 1945.
13) Deutsche Tageszeitung Alman Gazetesinin 17 Haziran 1920, Tarihli Sayısı.
14) İsmail Hakkı Okday, Yanya’dan Ankara’ya Sf; 385-386
15) Turgut Özakman, Sultan Vahideddin…., Sf; 32
16) Başyaver Avni Paşa’nın yayınlanmamış notlarından M.Bardakçı, a.g.e, Sf; 169
17) Murat Bardakçı, Şahbaba., Sf, 165-169