Bir defasında yanındaki askerler şakalaşıp ayakkabılarını birbirlerine atıyorlardı. Bu sırada ayakkabılardan biri Selahaddin’in yanına düştü. Herkes bir anda dehşetle Selahaddin’e baktığında o ise sadece gülümsüyordu…
Kadı Şihabeddin’in huysuz katırı bir gün kaçmış ve Selahaddin’in üzerine giderek onu sıkıştırmıştı. Hatta bu olayda Selahaddin’in kalçasını incittiği de söylenir. Çevredekiler korku içinde olayı izlerken Selahaddin ise olan bitene gülümsüyordu…
Bir savaştan sonra çok susamış ve maiyetinden birkaç defa su istemiş ancak kimse bunu duymamıştı. En son sesini biraz yükseltip, “Dostlar vallahi susuzluktan öleceğim” deyince o zaman adamları durumu anlamış ve hep beraber gülüşmeler içinde Selahaddin’e suyu getirmişlerdi.
Son gülümseyişi ise son nefesinde olmuştu. En yakını kadı Fadl, son anını şöyle anlatır: Artık emrihak vâki olduğunu anlamış ve son anlarında baş ucunda Şeyh Ebu Cafer Kur’an okuyordu. Ebu Cafer, “Ondan başka ilah yoktur, O’na tevekkül ettim” ayetini okuyunca büyük Sultan son defa gülümsedi, yüzü aydınlandı ve ruhunu Rabbine teslim etti.
ÖLÜNCEYE KADAR ZEKÂT FARZ OLACAK KADAR MALI YOKTU
Evet, yanlış okumadınız. Onun en büyük özelliklerindendi dünya malına zerre kadar değer vermemesi. Dünyayı ayakları ile ezen bu adam, dünyanın tüm güzelliklerini de elinin tersi ile itmişti. Çünkü davası asla kuru bir cihangirlik davası değildi. Ömrü boyunca eline geçen tüm malları hemen dağıtırdı. Bu sebeple zekât verecek kadar mala hiçbir zaman sahip olmamıştı. İnsan inanamıyor değil mi?
Selahaddin, Mısır’da inanılmaz bir zenginliğe ulaşmıştı. Fatımilerden aldığı sarayın hazineleri, mücevherleri, altın ve gümüşü inanılmaz derecede fazlaydı. Sonuçta hacılardan bile vergi kesen bir devletti Fatımiler. Üstelik saray Fatımi krallarının hizmetindeki yüzlerce cariye kadınla doluydu. Ve Selahaddin bunlardan hiçbir şey almadı. Hepsini maiyetine dağıttı, sonra da kendi sade hayatına, üstünde kaba hırkası ile yaşamaya devam etti. Aynı ustası Nureddin gibi. Kendisine de zaten hiçbir zaman Mısır’ın sultanı demedi. O her zaman için Nureddin’in Mısır valisi unvanını kullanmaya devam etti.
Selahaddin ve Nureddin, dünyalık hiçbir şey istemediler. Her defasında tek gayelerinin bu dünyada Allah için cihad etmek olduğunu bildirdiler. Mesela Nureddin öldüğünde mal varlığı olarak sadece ahşaptan küçük bir evi vardı. Ömrünü de saraylarda değil, bu mütevazı evde yaşamıştı. Karısı, “Yeter artık, geçinemiyoruz” deyince babadan kalma malları satmıştı. Yakın dostundan borç alarak geçindiği zamanlar olurdu.
Selahaddin ise öldüğünde 1 dinar ve 36 dirhem parası vardı. Ev, arsa, gayrimenkul hiç ama hiçbir şeyi yoktu. O da Nureddin gibi sarayda yaşamadı. Aşırı derecede eli açıktı. Kazandığı her şeyi kısa zamanda dağıtırdı. “Bazı insanlar için malın, denizdeki kum kadar değeri olmaz” demişti bir gün.
Aslında kendini anlattığını herkes anlamıştı. İşte Kudüs’ün fethini Allah, böyle yaşayan adamlara nasip etmişti.
Alçakgönüllü ve tevazu sahibi bir adamdı. Hatta öyle ki bu tevazusundan dolayı tanımayan biri onun sultan olduğuna inanmazdı.
Bir gün yanındaki görevlilerden biri bir kitap getirdi. Kitabı okumak istedi. Sultan ise yorgundu. Sonra okuyalım demesine rağmen adam, kitabı okumaya başladı. Sultan ise bu durumdan hoşlanmasa da hiçbir şey demedi. Daha sonra adam Sultan’a kitaba bir şey yazmasını istedi. Selahaddin ise sadece, “Kalemim yok ki” dedi. Adam ise Sultan “kalem yok” deyince Selahaddin’e; “Senin çadırda var ya” dedi. Ve Selahaddin ise, “Valla doğru söylüyor” deyip gidip çadırından o kalemi alarak istediği yazıyı yazdı.
Birine sövdüğü asla görülmemişti. Kim olursa olsun, tam bir nezaket içinde konuşurdu. Genel kültürü çok genişti. Çevresindekiler birçok yeni bilgiyi ondan öğrenirlerdi. O da bir öğretmen gibi anlatmayı çok severdi. Zaten birçok defa vakit olduğunda etrafına hemen oturup sohbet edelim derdi. Tarih ve coğrafya bilgisi ile insanları şaşırtırdı.
Şunu da unutmamak gerekir ki; tarih ve coğrafyayı hem de iyi derecede bilmeyen kimseden iyi bir yönetici olmaz.
Bir şeyi ilk olarak kendisi harfiyen yapar sonra çevresindekilerden yapmasını beklerdi. Hayatıyla tam bir rol model olan biriydi.
İşte böyleydi Kudüs’ün fatihi Selahaddin Yusuf. “Gerçek bir İslam lideri nasıl olunur?” sorusunun rol ve modeliydi yaşadığı hayat.