Tirit ve et derken burada kurutulan etten de bahsedelim.
Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde et kurutularak saklanır ve yenilirdi. Bu et
bazen çorbalara bazen de yemeklere konulurdu. Et uzunluğuna yarılır ve güneşte
kurutulursa kadid , enine yarılır da kurutulursa safif denilirdi. Kadid ,
bizdeki pastırmanın aynısıdır. Kendisiyle görüşmeye gelip, korkudan titreyen
adama Hz. Peygamber kendisinin kral olmadığını, tuzlanıp güneşte kurutulmuş et
yiyen kadının oğlu olduğunu söylemiştir. Bir sefer esnasında da Peygamber
kendisi için kurban edilen koyun etinin terbiye edilmesini istemiş ve bu et
muhtemeldir ki tuz, sirke ve mevcut baharatlar kullanılarak terbiye edilmiş ve
Peygamberimiz (s.a.v.) Medine ye gelene kadar bu etten yemiştir. İrt adı
verilen belli bir süre sirkede bekletilerek pişirilen ve yolculuk için
götürülen bir başka çeşit et yemeği de vardır.
Yemek denince soğan- sarımsak unutulmamalı. Ancak
Peygamberimiz, çiğ olarak soğan ve sarımsak yenilmesini hiç hoş
karşılamamıştır. Kokusundan dolayı, insanlara ve Cebrail e eziyet etmemek için,
soğan ve sarımsağın pişirilerek veya közlenerek yenmesini istemiştir. Kendisi
de pişirildiği zaman yemiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v.) in vefatından bir
hafta önce kızartılmış soğan yediği rivayet edilir.
Hz. Peygamber dönemi sebze yemeklerinden biri de
mantardır. Mantarın siyah, kırmızı, beyaz gibi çeşitleri vardır. Bunlar içinde
en lezzetlisi siyah mantardır. Mantar çeşitlerinden biri de sirke ve zeytinyağı
ile pişirilmektedir. Hz. Peygamber, yer mantarını külfetsiz nimetler çeşidinden
olan kudret helvasına benzetmiş ve suyunun da faydalı olduğunu söylemiştir.
Mantar yemeğinin, mantarlar ayıklanıp, suda pişirilip, tuz, baharat ve
zeytinyağı konulan çeşidi olduğu gibi, mantarın yağın içinde kavrulması ile
yapılan başka bir çeşidi de vardır. Zeytinyağı ve tereyağı da Peygamberimiz
(s.a.v.) in ekmeği katık yaptığı veya yemeklerde kullandığı en sevdiği
yağlardır. Yer elması da onun beğendiği yiyecekler arasına girmiştir. Bir
defasında Eyle halkı Hz. Peygamber e yer elması hediye etmiş, Peygamber de bu
sebzeyi beğenmiştir. Onlara ne olduğunu sorup yer elması cevabını alınca
gerçekten lezzetli olduğunu belirtmiştir. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim.
Peygamberimiz (s.a.v.) in eşleri içinde yemeği en güzel yapan annemiz Hz.
Safiyye (r.a.) dır.
Şimdi diyeceksiniz ki ya tatlılar Tatlı sevmez mi
Resûlullah Tabii ki sever. Hem de çok sever. Peygamberimizin sevdiği helva
çeşidi meci dir. Meci, kuru hurmanın süt içinde yoğrulmasıyla yapılır. Ayrıca
kavrulmuş undan oluşan ve hazır halde bulunan, misafir yemeği olarak
adlandırılan sevikten de helva yapılır. Özellikle misafir geldiği zaman seviğe
bal ya da hurma gibi yiyecekler katılır ve tatlı hazırlanır. Hz. Peygamber bir
keresinde eve gelip yiyecek bir şey olup olmadığını sormuş, Hz. Âişe nin bir
tabak kavrulmuş hurma getirmesi üzerine ikramı geri çevirmemiş ve yemiştir.
Yine Hz. Peygamber, nafile oruç tuttuğu bir günde hurma ezmesini çok sevdiği
için Hz. Âişe nin kendisine ayırdığı hurma ezmesini yemiştir. Ana yiyeceklerden
biri olan hurma kavrulmuş şekilde tatlı olarak yenildiği gibi yemek olarak da
yeniliyordu. Ayrıca Peygamberimiz balı da çok severdi. Ballar arasında kokusunu
ve tadını beğendiği Taif balının yeri bambaşkadır Peygamberimiz için. Baldan
çeşitli tatlılar hazırlanır. Mesela, Hasâ denilen un, yağ ve su karışımından
yapılan bulamaca da bazen bal katılırdı. Telbine de denilen bu karışım bazen
hasta için bazen de ölen kimsenin yakınları için pişirilirdi. Baldan yemek de
yapılırdı. Bal içecek olurdu. Hz. Peygamber de en faziletli içecek olarak balı
zikretmiş, baldan da helva ül- barid yani soğuk içecek olarak söz etmiştir.
Bu dönem içeceklerinden biri de üzüm hoşafıdır. Hz. Peygamber e bağcılıkla
uğraştıklarını, fakat şarap üretimi yasaklandığı için üzümü nasıl
değerlendireceklerini soran kişilere Resûlullah, üzümün kurutulmasını ve yarım
gün bekletilerek hoşaf yapılmasını, bekletilme süresi iki güne çıkarıldığında
ise içmeyip, sirke yapmalarını tavsiye etmiştir.
Bu dönemde çokça tüketilen içeceklerden biride şıradır.
Şıra; kuru hurma, kuru üzüm, bal,
arpa ve benzeri maddelerden yapılan şerbettir. Şıra kuru
hurma veya kuru üzümden biraz alınıp tuluma atılmasıyla hazırlanır. Bu
maddelerin köpük atmasıyla şerbet oluşmuş olur. Şıra taştan tevr denilen
kapta hazırlanmaktadır. Hz. Peygamber, bu şekilde hazırlanan şırayı, gece
hazırlanmışsa, gündüz; gündüz hazırlanmışsa, gece içerdi. Hz. Peygamber
(s.a.v.)hazırlanan şırayı en çok üçüncü güne kadar içer, bundan sonra kalanın
ise alkolleştiği ve içkiye döndüğü için içilmemesini dökülmesini emreder. Bir
de Peygamberimiz sütü çok sever. Hz. Peygamber kendilerine başvuran ve hasta
olan insanları sağlıklarını kazanmaları için develerin bulunduğu bir bölgeye
yerleştirmiş ve deve sütü içmelerini tavsiye etmiştir.Bir keresinde Hz. Enes
Resûlullah ın kendi evine gelmesi üzerine ona koyun sütü sağmış ve koyun
sütünün, biraz ağır olması sebebiyle kuyudan aldığı su ile karıştırıp ikram etmiş,
Resûlullah da içmiştir.
Biz burada bunları anlatmaya daldık. Sofradakileri
unuttuk. Soframıza dönelim, çalınan kapıyı da açalım. Resûlullah ın evi bu, hiç
boş kalır mı Bu defa gelen bir bebek. Babası kundağından tutmuş Peygamberimiz
(s.a.v.) e getirmişti. Peygamberimiz hayır duaları ederek kucağına aldı bebeği,
babasını da sofraya davet etti. Hurma istedi içerdekilerden. Gelen hurmayı bir
güzel çiğnedi, çiğnedi. Çiğnem yapıp çocuğun damağını ovaladı. Sonra içeriye
annesinin yanına gönderdi. Bu arada sofradan kalkmak için davranan birisine
eliyle oturmasını işaret ederek: Sofra kurulduğunda yemek yenilip, sofra
kaldırılıncaya kadar kimse kalkmasın ve doysa bile, herkes yemeğini bitirinceye
kadar elini yemekten çekmesin. Bu hususa dikkat etmeyen kimse, arkadaşını
mahcup eder ve belki yemek ihtiyacı olduğu halde sofradan kalkmasına sebep
olur buyurdu. Herkes birbirini beklemeye başladı kalkmak için. Böylelikle
karnı tam doymayan kişiler de mahcup olmamış ve de aç kalkmamış oldu. Sonra
sofradakilere tabakları yıkanmış gibicesine, iyice sıyırmalarını, içinde yemek
bulundurmamalarını buyurdu. Ve ekledi: Zira yemek kabı, kendisini yalayıp,
yıkayana istiğfarda bulunur ve Beni şeytandan kurtardığın gibi, Allah da seni
ateşten kurtarsın. der buyurdu. Biz buna günümüzde sünnetleme diyoruz tabii
sünnete riayet edebilirsek. Herkes yemeğini bitirdikten sonra Elhamdülillah
deyip, getirilen elbeziyle ellerini sildiler. Peygamberimiz dişlerini de
misvakla fırçaladıktan sonra misafirlerin yanına dönerek: Yediğiniz yemeğin
karşılığını verin! Bu kardeşinizi mükâfatlandırın! buyurdu. Ashab şaşırarak:
Bu yemeğin karşılığı, mükâfatı nedir Ey Allah ın Resûlü dediler. Bir
kimsenin evine girilip, yemeği yenip, içeceği içilip de yiyenler ev sahibine
dua ettiklerinde işte bu dua yenen yemeğin karşılığıdır, mükâfatıdır. buyurdu.
Allah ın kabul ettiği üç dua vardır. Bunlar: Mazlumun duası, misafirin duası,
babanın evladına duası. O yüzden misafir gidilen evin sahibine dua etmek
gerekir. Olur ki kabul edilir yüce Yaradan tarafından. Bunu gözeterek
oradakiler de dua ettiler. Sonra da: Yemek sonrası Allah a nasıl dua edelim,
bize öğret ya Resûlullah! dediler. Peygamberimiz (s.a.v.):
Elhamdülillâhi llezi et amenâ ve sekânâ ve ce alena min el-müslimiyn: Bizi
doyuran, bize içiren ve bizi Müslümanlardan kılan Allah a hamd olsun buyurdu.
Sonra başka bir dua daha öğretti sahabelerine: Elhamdülillâhi llezi kesânî
haza ve rezakanihi min ğayri havlin minnî velâ kuvvetin ğufire lehu mâ
tekaddeme min zenbihi ve ma tehhar: Güç ve kuvvetim olmadığı halde bu yemeği
bana yediren ve beni bununla rızıklandıran Allah a hamd olsun. derseniz geçmiş
günahlarınız affedilir buyurdu. Sonra sofra kaldırıldı Peygamberimiz
(s.a.v.) in dualarıyla: Allah a, en güzel şekilde, bol, mübarek ve karşılığı
ödenemez, ardı arkası kesilmeyecek, kendisine daima muhtaç olduğumuz
nimetlerine hamd olsun, Ya Rabbi! Hep birlikte Âmin diyerek oturdular biraz
sohbet ettiler. Sahabe öğrenmek istedikleri bilgileri soruyor. Peygamberimiz
(s.a.v.) anlatıyordu. Bu gün konu hep yemekle ilgiliydi. Sahabelerine
tembihledi: Akşam yemeğini bırakmayın. Bir avuç hurma ile de olsa akşamı
yiyin. Çünkü akşamın terki insana ihtiyarlık getirir. O dönemde Araplarda
genelde iki öğün yemek yeniliyordu. Sabah ve akşam. Gadâ ve aşâ. Gadâ , sabah
kahvaltısı, Aşâ da akşam yemeği demektir.