Bismillahirrahmanirrahim

Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamt, Peygamberimize, âline ve sahabelerine salât ve selam ederiz.

Biz İslam ümmetinin evlatlarıyız. İnananlar için dünya hayatı geçici, ahiret hayatı ise ebedidir. Dünya hayatımız bir imtihandır. Dünya hayatının bir imtihan olduğu gerçeği kavranmadan İslam’ın adil düzenine uymak, onunla Yeni Bir Dünya kurmak için cihat etmek mümkün olmaz. Bu dünya hayatının sonu vardır ve bu son ölümdür. Müslüman olarak ölmeyi başarmak bu hayatımızın gayesidir. Mülkün ve hesap gününün sahibi, rabbimiz Allah (C.C.) bizden Müslüman olarak ölmemizi istemektedir. Ali İmran 102: “Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkunuz, O’na tazim gösteriniz, O’na itaat ediniz ve ancak Müslümanlar olarak ölünüz.” Dünya imtihanının konusu İslam’dır. İslam Allah’ın rızası tek hak düzendir. İnsanlar dünyalarını İslam ile tanzim etmeleri halinde kazananlardan olacaklar, ahiret hayatında cennette ebedi bir hayat süreceklerdir. Batıl Allah’ın gazabıdır. İnsanlar dünyalarını İslam’ı reddedip batıla göre tanzim etmeleri halinde kaybedenlerden olacaklar ve ilahi gazaba müstahak olup ahiret âleminde cehennemde ebediyen azap göreceklerdir.

HADİSELER

Dünya ve üzerinde meydana gelen bütün hadiseler, içinde bulunduğumuz imtihanın laboratuvar malzemeleri mesabesindedir. Kehf 7-8: “Biz insanların hangisinin salih amel işleyeceğini imtihan edelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendisine mahsus bir ziynet yaptık. Ve biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.” Bu ve benzeri ayetler gösteriyor ki, dünya ve üzerindekiler bir imtihan malzemesi olmanın ötesinde hiçbir kıymet taşımamaktadır. Dünya imtihanımız, bir Hak-Batıl mücadelesidir. Bir yerde bu mücadele ahiret hayatımız bakımından cennet mi, cehennem mi mücadelesidir. Hz. Ali (R.A.) dünya imtihanını kazanıp ahirette cennete girmenin esaslarını veciz bir şekilde beyan etmiştir:  “Kim altı şeyi kendinde toplarsa, cennete girmek için gerekli olan şeyi yapmış, cehenneme gitmemek için de lazım olan her şeyden sakınmış olur. Bu şeyler şunlardır:

1.  Allah’ı tanımak ve O’na itaat etmek,

2.  Şeytanı tanımak ve ona isyan etmek,

3.  İslam’ı tanımak ve ona uymak,

4.  Batılı tanımak ve ondan sakınmak,

5.  Dünyayı tanımak ve ondan sakınmak,

6.  Ahireti tanımak ve onu aramaktır.”

Dünya müminin zindanı ve kâfirin cennetidir. Mümine, ahirette göreceği iltifatlar ve nimetler yanında dünya sanki zindan ve cehennem gibidir, kâfire ise ahirette karşılaşacağı azap yanında bu hayat adeta bir cennet gibidir.

DÜNYA

Dünya sevgisi her türlü hatanın başı ve başlangıcıdır. Bir şair dünya hayatını şöyle tasvir etmiştir:

“Seslenir Allah’ın iki meleği sabahında her günün

Derler ki, yıkılmak için yapın ve ölmek için doğurun.”

Dünya zalimlerin geçici sığınağıdır. Onlar Allah’tan tokat yiyinceye kadar bir süre burada barınırlar. Dünya, salihler için yer ve yuva değildir. Sen de salihlerden isen, aklınla ondan ayrıl, düşüncenle ondan uzaklaş, hakiki ve ebedi bir yer ve yurt olan cennet için çalış.

Deniz dalgaları üzerine bina yapmak imkânsızdır. Dünya da bir denizdir. Onun için dünyada kalıcı bir şey yapmak imkânsızdır. Allah katında baki olan salih amellerdir. Salih amel ise bütün insanlığın saadet bulması için cihat etmektir.

ÖYLEYSE

Öyleyse; din kardeşleri iken, neden bir birlerimizi sevmiyor, bir birlerimizin iyiliğini istemiyor ve birbirimize nasihat etmiyoruz? Bizi birbirimizden ayıran şey, kalplerimizin bozukluğu ve doğru olmayan fikir ve düşüncelerimizdir. Çünkü İslam birleştirici, batıl ise ayırıcı ve bölücüdür. Neden şahsi çıkar umduğumuz dünya işlerinde bir araya geliyor ve yardımlaşıyoruz da din ve ahiret işlerinizde birbirimizden ayrılıyor ve birbirimize karşı çıkıyoruz. Bu hâl imanımızın azlığını gösteriyor. Bu demektir ki, nefsimiz, dünyamız için nasıl davranmamız gerektiğini bize söylüyor da, imanımız ahiretimiz için nasıl davranmamız gerektiğini bize söylemekten aciz kalıyor.

EĞER

Eğer, “Dünyayı seviyoruz, çünkü o bize yakındır, yakın olan sevilir ve uzak olana tercih edilir” derseniz, doğru söylememiş olursunuz. Çünkü çok kere, uzak olan bir şeyi daha çok seviyor ve onu yakın olana tercih ediyorsunuz. Bu sebeple, ileride kazanç elde etmek için kendinizi yoruyor, zorluyor ve hırpalıyorsunuz. Ve umduğunuz çıkarı da çoğu kere bulamıyorsunuz.

Eğer ahiretin hak oluşundan şüphe ediyorsanız, bunu açıkça söyleyiniz ve ne siz var olduğunu iddia ettiğiniz imanınızla yaşayışınız arasında çelişkiye düşünüz, ne de biz bu çelişki yüzünden sizi anlamakta zorluk çekelim. Yemin ederim, ne aklınız eksiktir ki, sizi mazur görelim, ne de ameliniz doğrudur ki, sizi takdir edelim. Dünya işlerinizde ne yapmanız gerektiğini iyi biliyor, fakat din ve ahiret işlerinizde aklınız şaşıyor ve doğru ile yanlışı birbirine karıştırıyorsunuz.

Dünyadan az bir şey bulunca, onun sevincini duyuyorsunuz, az bir şey kaybedince de onun hüznünü yaşıyorsunuz. Bu duygular sizin yüzünüzde de belli oluyor. Ve siz, bulduğunuza nimet, kaybettiğinize de musibet diyorsunuz. Ve musibetiniz için matem tutuyorsunuz. Hâlbuki dininizden çok şey bırakmış ve ahiretinizden çok şey kaybetmiş iken, bu umurunuzda bile değildir. Onun hüznü ne yüzünüzde okunuyor, ne de halinizde bir belirtisi var.

Bu durum karşısında görülen odur ki, Allah Teâlâ sizden yüz çevirmiş ve sizi yardım ve hidayetten mahrum bırakmıştır. Çünkü O’nun yardım ve hidayeti üzerinizde olsaydı, kârınızı zarar, zararınızı kâr saymaz, dünyanızın hatırı için ahiretinizi feda etmezdiniz. Siz kalplerinizle birbirinizi sevmediğiniz halde, münafıklar gibi birbirinizi okşuyor ve tepki almamak için birbirinize acı gerçekleri söylemiyorsunuz. Selam hidayete tabi olanlara…