24 Kasım Öğretmenler Günü kutlanır. Öğretmenlik mesleğinin önem ve değeri anlatılır. Ben emekli müftü olsam da ilahiyat fakültesinde okurken öğretmenlik formasyonu almış ve bir hayli öğretmenlik de yapmış bulunuyorum. İlk Müftüsü olduğum Sakarya/Ferizli Lisesi’nde 6 ay, 12’nci Müftüsü olduğum Bolu/Göynük İmam-Hatip Lisesi’nde orada kaldığım 4 yılın tüm eğitim ve öğretim dönemlerinde Meslek Dersleri Öğretmenliği, hatta bir yıl da Hızlı Okuma Teknikleri derslerine girdim. Bu nedenlerle -Öğretmenler Günü- beni öğretmenlik yönüyle de ilgilendiriyor. Fakat 8 yıla yakın bir zamandan beri emekliyim; Avrupa’da kaldığım 6 ay hariç bu süre içinde doğup büyüdüğüm ve hayatımın baharını geçirdiğim Akçakoca’da ikamet etmekteyim. Buna rağmen eski tanıdıklarım dışında ancak üç-beş öğretmenle tanışabildim. Din görevlileri resmen emekli olsalar da genel olarak fiilen emekli olamazlar. Cami hizmetlerine yardımcı olurlar. Ben de resmi görevimdeki kadar olmasa bile ona yakın bir şekilde bir yaygın eğitim olan vaaz ve irşat hizmetlerine devam etmekteyim; yani tüm Akçakocalı Müslümanlarla cami ve cami avlularında görüşme ve tanışma imkânına sahibim. Bu nedenle dört yıla yakın bir zaman içerisinde hiç değilse ilçemiz merkezinde birçok öğretmenle tanışabilmeliydim. İşte bu nedenle bana göre bizim ve öğretmenlerimizin sorunlarının başında birbirimize yabancı kalma ve yabancılaşmamız yahut kaynaşamayışımız gelmektedir.

“Ben ancak muallim (öğretmen) olarak gönderildim” diyen son Peygamber ile ikmal edilen dinin mensupları, hem de yakın meslekten oldukları halde neden birbirleriyle kaynaşmasın/kaynaşamasın Bu kaynaşma sağlanmadan örgün eğitimde de, yaygın eğitimde de başarı sağlanamaz. Bu vesileyle bir Hizmet İçi Eğitim Kursu’nda şimdi benim gibi emekli hocam Sayın İbrahim DAYIOĞLU’nun anlattığı bir hadiseyi nakletmek istiyorum:

“Bağdat’ta bir muallim (öğretmen) görevli olduğu medreseye giderken bir köşe başında bir adam görür, dersine yetişmesi için acele yürüdüğünden adamın sadece ayakkabı bağcıkları dikkatini çeker ve bağcıkların bağlanma şeklinden Horasanlı olduğunu düşünür, dershanenin penceresinden adamın dikildiği yere dikkatlice bakar durumu iyice süzdükten sonra öğrencilerinden birine, evladım bak şurada bir adam bekliyor; tahminime göre o Horasanlı bir muallim olup kaybettiği kölesini arıyor, der. Meslektaşım olması münasebetiyle onu buraya getir; hem iyice tanışır ve hem de kölesini bulmaya çalışırız, der ve öğrenci gidip hocayı medreseye getirir. Dershaneye gelen muallim ile tanışırlar ve gerçekten de adamın Horasanlı bir muallim olduğu ve Bağdat’ta kaybettiği kölesini aradığı ortaya çıkar. Bunun üzerine öğrenciler kendi hocalarına, ‘Bu hoca ile daha önce tanışmadığınıza göre onun Horasanlı ve hem de öğretmen olduğunu ve kölesini aradığını nereden anladınız ’ diye sorarlar. Hocanın verdiği cevap çok enteresandır: “Horasanlı olduğunu bağcıklarının bağlanışından anladım; çünkü Horasanlıların ayakkabı bağlayış biçimi böyle olduğunu bilirim. Öğretmen olduğunu da anladım; çünkü öğrenciler geçtikçe kucaklayacakmış gibi onlara bakıyordu; zira muallimler öğrencileri çok sever. Kölesini aramakta olduğunu da her geçen köleye çok dikkatli bakışından anladım.”

İşte bu hadisede gördüğümüz gibi eğitim ve öğretim görevlisi böylesine kültürlü, gördüğü kişinin kıyafetinden nereli, davranışlarından da hangi meslekten olduğunu ve o anda hangi işi takip ettiğini az veya çok anlayabilecek bir olgunluğa sahip olmalıdır. Konuya eğilenlerin takdir edeceği gibi bu meziyetler halkla ve hele de yakın meslekten olanlarla kaynaşmadan kazanılamaz.

Öte yandan öğretmenlerimiz yetişen neslin kendi eserleri olduğuna ve birçok olumsuz davranışın okumuşlar tarafından sergilendiğine bakarak tutum ve davranışlarında mutlaka bir hata veya eksiklik olduğu yargısına varıp kendilerini yenilemeye gayret etmelidirler.

Ben şahsen vaaz etmeden önce nasıl daha faydalı bir konuşma yapabilirim diye düşünür, vaazdan sonra da konuşmada bir kusurum oldu mu Veya bir eksik bıraktım mı diye nefis muhasebesi (otokontrol) yaparak daha faydalı olmayı başardığımı söyleyebilirim. İmam-Hatiplilerin hutbeye çıkarken tek adım atarak çıkmaları, namazdan sonra da üç defa estağfirullah demeleri bu otokontrol ile ilgilidir.

Halkımızın çoğu en azından 5 yıl tahsil yapmıştır; ama buna rağmen kitap okuma alışkanlığı yoktur. Bana göre bunun en önemli sebebi hızlı okuyamayışlarıdır. Hızlı okuyamayanlar okumaktan zevk alamaz ve kitap okumaktan bıkarlar. Bu nedenle öğretmen her şeyden önce hızlı okumayı öğretmelidir.

Öğretmenler, özellikle fen bilgisi öğretmenleri gerek biyolojide ve gerekse astronomide hatta fizik ve kimya derslerinde niçin ve nedenlere cevap vermelidirler. Fen derslerinde nasıl, niçin ve nedenlere cevap verirlerse Allah inancının takviye edilmesini sağlayarak güzel ahlâkın tesisine yardımcı olabilirler. Öğrenciler arasında ahlâk yerleştiği zaman başarı oranı büyüyecektir. Eğitimde başarının sırrı burudadır.

25 Kasım tarihli bir gazetede bir fıkra yazarının da ifade ettiği gibi öğretmen evlerinde genel olarak öğretmenler şans oyunlarıyla meşgul oldukları, kitap okurken görülmedikleri bir vakıadır. Kitap okurken görülmek yerine oyun oynarken görülen öğretmenin kitap okuma konusunda örnek olamayacağı aşikârdır. Bayan öğretmenlerimiz de daracık pantolonla derslere girmektedirler ki yönetmelikler buna müsaade etse de bayan öğretmenlerimiz bu kıyafetle yeteri kadar faydalı olamayacaklarını bilmelidirler.